A kadınım,
A hüznümün bançesi!..
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... Dudakların buselere sağır...
Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için...
Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi...
Mübadele garında, saadet ülkesine kesilmiş iki biletle mecalsiz bekleşiyoruz...
***
Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım.
Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış maskelerimizden... Mecburi rollerimizden...
Devamsızlık yüzünden tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden... Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya...
Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla...
Uşşak makamında...
Can Dündar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder