25 Kasım 2008 Salı

yaşamak görevdir yangın yerinde
yaşamak insan kalarak..




Metin Altıok

Sivas Katliamı. Madımak Oteli. 1993...
---------------------------------------------------------------------------------------------------












Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.

Omuzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.






-------------------------------------------------------------------------------------------------------------





Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.


Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------

Benim bu dünyada bir yerim olmadı,
Kuytu gövdemi saymazsak eğer.
Gövdem ki varla yok arası,
Hem varlığa, hem yokluğa değer.
Ama yüreğim hiç solmadı.

Bir gül koklayayım izin verin de.

Ben yaşama da, ölüme de inandım;
Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.
Çarşıları hep birlikte gezerdik;
Biri dostumsa, sevgilimdi öteki.
İkisinin adını yanyana andım.

Bir soluk alayım izin verin de



Metin Altıok

19 Kasım 2008 Çarşamba

"...Semer seçilirken eşeğin fikri değil; ölçüsü alınır..."



*Üçüncü Harname
...Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde kilometrelerce hürlük...


Cemal Süreya
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.

Haziran 1959


Nazım Hikmet Ran
...Kendimizden bir adadayız,
Dört yanımız başkalarından...


Özdemir Asaf

15 Kasım 2008 Cumartesi

Dogmalarla Savaşan Bir Lideri Dogma Haline Sokmak

Yıllar önce işsiz bir gencin protesto haberi çıkmıştı gazetede…
Şehir meydanındaki Atatürk heykelini rehin almıştı.
Silahı heykelin beynine dayamış, “Gelirseniz sıkarım” diye bağırıyordu.
Önce ne yapacaklarını bilemeyen polisler, genci teslim olmaya ikna etmişlerdi. Ertesi günkü gazetede işsiz gencin heykel önüne çiçek koyarak Atatürk’ten af dilediği duyuruluyordu.
* * *
Unutamadığım bir başka sahne de şu:
Bir sendika lideri, “Hükümet haklarımızı vermezse ne yapacağımızı biliyoruz” diyor.
Genel grev çağrısı yapacak sanıyorsunuz.
Ama hayır!
“Atatürk’e gidip Hükümet’i şikayet edeceklerini” söylüyor.
* * *
Anıtkabir’e gitmek, bir ulusun liderine duyduğu nihayetsiz saygının, sevginin göstergesi elbet…
Ama gidip “Çaresiziz Atam, kalk, yetiş” diye gözyaşı dökmek…
Kabri türbeye çevirmek, bu ziyarete uhrevi bir işlev atfetmek, ziyaret defterini şikayet defterine çevirmek?
Atatürk’ün iftihar edeceği bir toplum görüntüsü mü?
* * *
Mustafa Kemal, Samsun’da öğretmenlere “Dünyada uygarlık için, hayat için, başarı için, en gerçek yol göstericinin, bilim olduğunu, onun dışında yol gösterici aramanın cehalet sayılacağını” söylediğinde tarih 1924’tü.
1930’larda bu görüşünü daha da netleştiren şu çıkışı yaptı:
“Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.”
Ve nihayet son Meclis konuşması:
“Bizim ilkelerimiz, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla bir tutulmamalıdır.”
* * *
Hayata böyle bakan bir lider için, diyelim her yıl akademik araştırma ödülleri vermek vs. yerine ne yapıyoruz? “Gökten” bir dağın üstüne çehresine benzer bir gölgenin düştüğü yerde anma etkinlikleri düzenliyoruz.
Manevi vasiyetinde “Ben size kalıplaşmış hiç bir kural bırakmıyorum” diyen bir liderin ülkesinde kimi gençlerin “Tek kaynak Nutuk’tur. Başka bir şey okumak ihanettir” noktasına gelmiş olması hazin değil mi?
En devrimci fikirlerini sansürleyerek Atatürk’ü muğlaklaştıranların, herkesin onu kendi işine geldiği gibi yorumlamasına ve kafaların hepten bulanmasına yol açması affedilebilir mi?
* * *
Kaçak inşaatını yıkmaya gelen dozerlerin önüne Atatürk resmiyle dikilen gecekondu ağası…
Atatürk’ü koruma adına hükümeti devirip kürsüde Atatürk ilkelerini Kur’an ayetleriyle açıklamaya çalışan darbeci…
Hala bir kütüphanesi, müzesi olmayan, tüm eserleri hala yayınlanamayan, bir türlü filmi yapılamayan, evleri, eserleri bakımsızlığa terk olunan lideri heykel dikerek yaşattığını sanan siyasetçi…
Bilimsel eser vereceğine rozet dağıtan akademisyen… Çocuklara onun dogmalara karşı mücadelesini anlatacağına, “Onu sevmek ibadettir” gibi sözleri ezberleterek onu dogma haline getiren öğretmen…
İşçileri örgütleyemeyince Atatürk’e giderek itibar arayan sendikacı…
Onu sahiplenmeyi İnternet’teki “Yüzyılın lideri” anketinde oy vermekten ibaret sanan gençler…
Hepsi, hepimiz onun “ilim ve akıl” için verdiği mücadeleyi ve orada nasıl “yalnızlaştırıldığını” yeniden düşünmeliyiz.
Laikliği Türkiye’ye kazandırmış lidere yaklaşımımızı laikleştirmenin tam zamanıdır.



Can Dündar


--------------------------------------------------------------------------------------



Geçen gün Turgut Özakman’ı televizyonda bizim Mustafa filminden sahneler üzerinde yorum yaparken görünce çok üzülmüştüm.
Çünkü filmi izlemediğini biliyordum.
Ankara galasına bizzat davet ettiğim halde gelememişti. Sonradan karşılaştığımda da “Gelemedim, ama en kısa zamanda izleyip seni arayacağım, fikrimi söyleyeceğim” demişti.
Araya zaman girdi. Filmle ilgili asılsız eleştiriler aldı yürüdü. Filmde olmayan sahneler bile bu İnternet-medya kampanyasında suçlama için kullanıldı.
Sonunda Mehmet Ali Birand 32. Gün’de, “Mustafa” tartışması için Turgut Özakman’la beni davet edince, dün kapısını çaldım, “Hocam gelin şu filmi birlikte izleyelim” dedim.
“Memnuniyetle” kabul etti ve beni evine buyur etti.
Kitaplar, anılar, yorumlar arasında unutulmaz 4 saat geçirdik birlikte…
* * *
Özakman, annemin Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nden çalışma arkadaşıdır.
Bir kez daha yazmıştım, annem sigara içmeye onun yanında alışmış; yıllarca da tiryaki olarak kalmıştı. O yüzden “Şu Çılgın Türkler”den önce de bizim evde hep “kulakları çınlatılan”, saydığımız bir aile büyüğü gibidir.
Ankara Or-an sitesindeki evinde bu sıcaklıkla karşıladı beni…
Eleştirilerin hepsini okumuştu. Hatta biraz da şaşırmıştı.
Kuşkuluydu.
“Seyredeceğim. Beğenirsem söylerim, beğenmezsem de söylerim, haberin olsun” dedi.
Zaten aksi düşünülebilir miydi?
* * *
Birlikte izlemeye koyulduk.
İzledikçe gözlerine inanamadı.
“Böylesine acımasızca yerden yere vurulan, hakkında kampanyalar açılan film bu mu”ydu?
“Ne vardı ki bunda?”
“Hayret…hayret…hayret…” diye tepkisini gösterdi Turgut Hoca…
Bu kampanyanın nasıl açıldığına inanamadığını söyledi.
Önündeki İnternet mesajlarında suçlanan sahneler, filmde yoktu bile…
İzlerken sorular sordu, notlar aldı.
Eleştirileri, katılmadığı noktalar yok muydu?
Vardı; hem de pek çoktu.
Ama bunun iyi niyetli ve titiz bir çalışma olduğunu, bir “ilk film” olmasından kaynaklanan kimi beklentileri karşılayamamasının doğal sayılacağını, bazı küçük düzeltmeler yapılsa çok daha amacına uygun bir film haline gelebileceğini söyledi.
Bazı şeylerin söylenmesini “erken” ya da “zamansız” buluyordu. Bazı bilgilerin şu ortamda Atatürk’e zarar vermesinden korkuyordu. Ama film aleyhine karalama kampanyası yürütenlere, “Bu filme gitmeyin” diyenlere kesinlikle hak vermiyordu.
* * *
Bunları, dün akşamüzeri banda kaydedilen, bu akşam yayınlanacak “32. Gün” programında da söyledi:
Bütün eleştirilerini, maddi hata saydığı yerleri, yanlış anlaşılmasından endişelendiği sahneleri, kendi deyimiyle “bir hoca gibi, bir baba gibi”, müşfik bir yaklaşımla birer birer, madde madde sıraladı. Düzeltilmesini istedi.
Cevaplarımı sabırla, anlayışla dinledi.
Ama sonunda “filme haksızlık edildiğini” söyledi; büyük emek ürünü olduğunu teslim etti.
“Dediğim noktaları mutlaka düzelt. Ben de eşimi alıp sinemada da izlemeye gideceğim” diyerek beni uğurladı.
Torunu da filme gitmemiş, ama filmde Atatürk’ün sigara tiryakisi gibi gösterildiği duymuş, üzüntüsünü dedesine söylemişti.
“Seni görse sana da söyleyecekti” dedi Turgut Hoca…
“Ben de onu görsem, dedesinin anneme kötü örnek olduğunu söylerdim” dedim; bir kahkaha attı.
“Film, Atatürk’ü sigara içerken gösteriyor” diye bana dava açanların, evlerde sigara içki içerek çocuklarına kötü örnek olan ana babalara da dava açması gerekmiyor muydu?
Filmi eleştirmek için program yapanların, makale yazanların, söz söyleyenlerin, “meslek etiği gereği” önce eleştirdikleri filmi görmeleri gerekmiyor muydu?
Özakman’ın evinden ayrılırken hem yarım yüzyılın imbiğinden süzülmüş bir birikimden yararlanmanın gururunu taşıyordum, hem de (nihayet) filme ilişkin derli toplu, akademik bir değerlendirme dinlemiş olmanın keyfini…
Aklımda, giderayak şefkatle kulağıma fısıldadığı şu söz kaldı en çok:
“Sabır… ya sabır!”

Can Dündar

14 Kasım 2008 Cuma

Hayatın içine doğru yürüdüğünde büyük bir uçurumun başına geleceksin. Atla! Sandığın kadar geniş değildir.


Çocukluktan yetişkinliğe adım atan gence öğüt,
Zuni Kabilesi




*Kızılderili Hikmetleri Kitabından
Mi Taku Oyasin (Hepimiz Akrabayız)
Ayşe Göktürk Tunceroğlu

11 Kasım 2008 Salı

everybody knows that the dice are loaded
everybody rolls with their fingers crossed
everybody knows that the war is over
everybody knows the good guys lost
everybody knows the fight was fixed
the poor stay poor, the rich get rich
that's how it goes
everybody knows

everybody knows that the boat is leaking
everybody knows that the captain lied
everybody got this broken feeling
like their father or their dog just died

everybody talking to their pockets
everybody wants a box of chocolates
and a long stem rose
everybody knows

everybody knows that you love me baby
everybody knows that you really do
everybody knows that you've been faithful
ah give or take a night or two
everybody knows you've been discreet
but there were so many people you just had to meet
without your clothes
and everybody knows

everybody knows, everybody knows
that's how it goes
everybody knows

and everybody knows that it's now or never
everybody knows that it's me or you
and everybody knows that you live forever
ah when you've done a line or two
everybody knows the deal is rotten
old black joe's still pickin' cotton
for your ribbons and bows
and everybody knows

and everybody knows that the plague is coming
everybody knows that it's moving fast
everybody knows that the naked man and woman
are just a shining artifact of the past
everybody knows the scene is dead
but there's gonna be a meter on your bed
that will disclose
what everybody knows

and everybody knows that you're in trouble
everybody knows what you've been through
from the bloody cross on top of calvary
to the beach of malibu
everybody knows it's coming apart
take one last look at this sacred heart
before it blows
and everybody knows

everybody knows, everybody knows
that's how it goes
everybody knows


Leonard Cohen

9 Kasım 2008 Pazar

Hayat bayram olsa yada yarın hiç olmasa
Gözlerini açsan penceremden baksan
Güneş yüzüne doğsa
Olmuyor istediğimiz gibi olmuyor
Genellikler içindeyiz öznellik görünmüyor
Sözün dilim olsa yada neden hiç olmasa
Ellerimi açsam gözlerimden baksan
Yoluna güneş doğsa
Olmuyor istediğimiz gibi olmuyor
Genellikler içindeyiz öznellik görünmüyor


Murat Çelik


Düş Sokağı Sakinleri

Suzanne takes you down to her place near the river
You can hear the boats go by
You can spend the night beside her
And you know that she's half crazy
But that's why you want to be there
And she feeds you tea and oranges
That come all the way from China
And just when you mean to tell her
That you have no love to give her
Then she gets you on her wavelength
And she lets the river answer
That you've always been her lover
And you want to travel with herAnd you want to travel blind
And you know that she will trust you
For you've touched her perfect body with your mind.


Leonard Cohen

8 Kasım 2008 Cumartesi

Demişler ki, haram nedir bilmez hayyam.
Ben haram ile helalı karıştırmam.
Dost ile içilen 'şarap' helaldir,
'Puşt' ile içilen su bile haram...


Ömer Hayyam

7 Kasım 2008 Cuma

Berfinim,
içimin güler yüzü,
yaşanılası iklimim hoşgeldin.

(adımın çapraz yazılması kimin
umrunda...
denize düşen yılana öykünür
biraz da...)

bir aralık sızıverdin işte
ömrümüzün en gevrek zamanı...
çıt diyor kırılıyoruz,
öfke kadar saydamız o zamanlar
ve kırılgan
bıçak kadar!

kızım demeyi öğrettiğin için
o tanrısal kokun
ve gülüşündeki baban için

ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
yarım yamalak aşk kırıntıları
tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
haritası,
hatta el değmemiş delilikler istiyorduk...
çocuktuk daha
büyümeye direniyorduk,
iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk

ama sızıverdin işte...
bir avuç yeşil gevrek rokaydık,
mayışmamıza bir limon yetecekti...
biz garsonu bekliyorduk,
sen çıkageldin...

hoşgeldin berfinim...
kızım kızgınlığım...
bilmiyorduk daha,

objektiflerin objektif olmadığını,
ikimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı,
meğer doyurmak çok zormuş
içimizdeki hayvanı...

habersiz geldin, kusura bakma
ortalık biraz dağınıktı...
şimdi hemen toparlarız sanıyorduk,
olmamıştık daha...

işin zor kızım,
hem büyüyecek
hem bizi büyüteceksin...
baban mı var, derdin var kızım...

hoşgeldin kızım,
içimin gülen yüzü, hoşgeldin...


Yılmaz Erdoğan
kokladığın gülün kokusu kalmış sende
bıraktığın denizin tuzu
geçtiğin iklimlerin masalı sinmiş üstüne
kuzeydeki pencere açık
göçebe bin bir gece

sözcükler sökülmüş bir anıyı
ne kadar tamamlayabilirse
bir andır eski defterlerin
güneşinden vurur yüzüne
yazsam olmaz dersin
kimi zaman sırf bunun için
yazmaya değerse de
kuzeydeki pencereyi açarken
yere düşen defterden görünür:
eksik kule, yırtık nehir
sımsıkı kapatmış olsak da
bizi ürperten anıları hayatımızın
eski defter ya da kuzeydeki pencere


Murathan Mungan
Bir gün baksam ki gelmişsin...
Bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.
Gözlerinde bir bitmez, bir tükenmez güzellik
Saçlarında ilkbahar...

Bir gün baksam ki gelmişsin...
Gülüşünde taze serin bir rüzgar
Ellerin yine eskisi kadar güzel
Çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar...

Bir gün baksam ki gelmişsin...
Hasretin içimde sonsuzluk kadar.
Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.
Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.

Bir gün baksam ki gelmişsin...
Ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var.
Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm
Benim olmuş dünyalar...


Yavuz Bülent Bakiler
Seni elinden tutmuştum --- yaz geçiyordu
Yaz geçiyordu, biz geçiyorduk
Yazı elinden tutmuştuk

Birazdan geleceksin, bakışacağız
Bakışacağız, hem var hem yok gibi
Hem var hem yok gibi öpüşeceğiz

Aramızda söylenmemiş sözlerin uzaklığı
Aramızda yaşanmamış şeylerin uzaklığı
Yakın ayrılıkların sezgisi tenimizde

Hayat geçiyor biz geçiyorduk
Bir denizin üzgün kıyısında
Güz bir hastalık gibi ilerliyordu

Olgun ışığıyla güz
Ve biz yaklaşan ayrılıkların önünde
Kış duygularına bürünmüşüz

Dışardan ağlayışı geliyor çocuğumuzun


Ataol Behramoğlu
Bir menekşe duyuyorum ellerimsiz
O kadar güzel ki, Amerika bile güzel
Sen bile güzelsin bensizce
Atomlar bile güzel
Moleküller bile
Toplanıp ayak oluyorlar bende
Ağız oluyorlar biraz
Diş oluyorlar keskince
İki göz parlakça
On tırnak sivrice.

Bir menekşe duyuyorum ellerimle
Bir molekül duyuyorum
Bir atom
Korkunç
Birleşip ayak olmuyorlar bende
Ağız, diş, tırnak
Göz olmuyorlar
Hep birden,
Hep birden bir şey oluyoruz işte

Ağzı, burnu, elleri, kolları
O korkunç güzelliğe karşı.

Edip Cansever