23 Kasım 2010 Salı

Uyuyan Şizofren-1

Kapıyı ardından kapattı. Aralıktan yatağa süzülen ışık inceldi ve gitti. Odadaki derin sessizlik her tıkırtıyı açığa çıkarıyor, yeni bir gürültü yaratıyordu. Kalorifer borularının durmadan tıkırdadığını, pencerelerin her rüzgarla beraber çıkardığı sinir bozucu sesleri şimdi farketti. Martılar buralara kadar uçarlar mıydı? Güvercinlere benzerler miydi?

Bir boşluk her yeri tıka basa doldurmuştu sanki. Odanın köşesine çekilip yere oturdu, soğuk duvarı hissetti sırtında. Dizlerini karnına çekti, biraz daha öteye gitse düşeceğini sanıyordu. Meğer bu ev ne kadar da büyüktü. Ama boynuna bağlanmış bir halat gibi sıkıyordu onu, çekip atmak istedi. Silkelesin, düşsün istedi. Sanki gözlerini sıkıca kapatsa, hiç yapıştırılamayacak bir vazo gibi düşüp bin parçaya ayrılacaktı. Çıkmak istedi, kapıya bile gitmeden duvarı aşmak... Şuradaki bulutun ardında üç saniye durabilse düzelecekti her şey. Kapıya gidemem diye düşündü, halılara, kapı koluna dokunamam. Dizlerini daha da çekti karnına, kalkıp yürüyemezdi. Bu düşünceleri bırakıp, şu koltuğa oturup ayaklarını uzatsa çıldıracaktı sanki. İşte o vakit kesin delirirdi. Küçükken battaniyeden yaptığı küçük çadırları düşündü. Zannedildiği gibi onlar bir ev değil, işte şu bulutun ardındaki üç saniye idi. Oysa şimdi o battaniyelere de dokunamazdı.

O kadar büyüktü ki her şey, o küçüldükçe küçüldü. Beyni kafasının içinde patlamış gibi hissetti. Avazı çıktığı kadar bağırmak istedi. Yeterince bağırırsa bedeninden çıkabilecek, bir toz zerresi olup uçacaktı pencereden. Üç saniye, üç saniye yeterdi. Deliriyorum diye düşündü. İnsanlar zavallı halini hissedip ona acısınlar istedi. Avuçlarını sıkınca yanına gelseler ama dokunamasalar ona, paket yapıp bıraksalar sevgilerini. Kendine acımaya çalıştı. Henüz yeterince zavallı değildi...

22 Kasım 2010 Pazartesi

"Batılı filmlerdeki kocaları taklit ederek, karısına o gün ne yaptığını açıkça soracak olsa, Batılı ya da Doğulu hiçbir filmde açıkça anlatılmayan belirsiz ve kaygan bir bölgeye girmenin huzursuzluğunu duyarlardı ikisi de. İstatistiklerin ve bürokratik sınıflandırmaların ev kadını diye adlandırdığı o anonim kişinin hayatında böyle gizli, esrarlı ve kaygan bir bölge olduğunu evlendikten sonra keşfetmişti."

Orhan Pamuk
*Kara Kitap
"Benim için okumak, metnin anlattığı şeyi aklımızın sinemasında canlandırma işidir. Okumakta olduğumuz metinden başımızı kaldırır, bakışlarımızı duvardaki bir resme, pencereden dışarıya ve karşımızdaki manzaraya çeviririz, ama aklımız gördüğümüz şeyde değil, az önce hakkında okuduğumuz öteki dünyayı canlandırmakla meşguldür. Yazarın hayal ettiği öteki dünyayı bizim görebilmemiz, mutlu olabilmemiz için hayal gücümüzün harekete geçmesi gerekir. Bu da okuduğumuz metnin, öteki mutlu dünyanın yalnız okuyucusu değil, bir parçası, hatta biraz da onun yaratıcısı olduğumuz izlenimi vererek bizi mahrem bir mutluluğa çağırır. Kitap okumayı, iyi bir edebiyat eserini okumayı vazgeçilmez yapan şey, bu mahrem mutluluktur işte."

Orhan Pamuk
*Manzaradan Parçalar

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bu gün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu
yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür
gümbür bir telaş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne
güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz
kafalılar! Ey sadrazam!
Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç
yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz
Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl
bitebilir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar
Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü, temiz
bir gömlek giyiyorum
Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu han-i yağma
Ama yorgunum şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli
bir pardesü
Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir
kitapları
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür
ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda
Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyorum
istasyona
Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya
İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su
Ne yapsam...ne yapsam her yerde bir hüzün tortusu
Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor aklıma
Ben de çocuktum, sevgililerim olacaktı elbette
Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi, her şey nasıl
ölebilir, nasıl unutulur insan
Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl
tarlalar
Ne yapsam...ne yapsam...Dekart okuyorum sonradan...
Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş
Çankaya' ya
Bir pazar, güneşli bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanlara
Bir çocuk bakıyor pencereden hülyalı kocaman gözlü nefis
bir çocuk
Lermontov' un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi
bakıyor sonra
Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak ediyorum,
kuş sesleri geliyor kulağıma
Ben mütevazi bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor
beni
Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına
Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine, kaşlarına
yüzünün oynamasına
Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama
İlençliyorum bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum portakal
almaya
İlençliyorum o laf kalabaklıklarını, kurumuş yürekleri,
bireyin kurtuluşunu filan
İlençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan
Uzun kış gecelerinden sonra kim bilir nasıl olur her şey
Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan
Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir hüzün
izliyor arkadan
Yüreğim ipe sapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir yürek
kısaca
Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum
sağda solda
Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak
kanatlarından merakla
Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların
olduğu alanlara
Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının, sonbaharı anlatan
şiiri
Çayırlar vardı o şiirde, baharı anımsatan ne de olsa
Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden
sokaklara fırlamaya
Kendimi atmak için bir uçurumdan balıklama
Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm
filmlerden mi ne
Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya
Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla
Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o
yollar geliyor aklıma
Benzin kokuları, ıslak direkler, babamın esmer bir somun
gibi tombul ve sıcak elleri
Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir film sinemada, şehirde
yeni bir kız, kahvede yeni bir garson
O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda...
Şimdi ne var hüzünlenecek burda, nedir bu çatlatan
yüreğimi bu telaş
Sanki ölecek gibiyim, sanki birazdan polisler gelecek ya da
Gelip alacaklar kitaplarımı, bu şiiri, sevgilimin
fotoğrafını duvarda
Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder
misiniz karakola
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür
ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce Vietnam' da
Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya
Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ihracatçılar, ey
şeyhülislam!
Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bunu söyleyeceğiz bin defa!
Sonra bin defa daha, Sonra bin defa daha, çoğaltacağız
marşlarla
Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda
Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla
Yürüyeceğiz çoğala çoğala...


Ataol BEHRAMOĞLU

21 Ekim 2010 Perşembe

16 Eylül 2010 Perşembe

(...)ala gözlü nazlı pirim
gönül senin pervendedir
ben severim sen kaçarsın
iman senin nerendedir(...)


(...)derviş alim der övdüğüm
aşkın hayalin kurduğum
suç benim değil sevdiğim
sana meyil verendedir(...)


Hozatlı Ahmet Dede

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Reading Zindanı Baladından

I
* * *            
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

(…)

V
Yasaların yargısı doğru mudur
Ya da yanlış mıdır bunu bilemem;
Bildiğim tek şey bu hapishanede
Demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,
Bir yıl kadar uzundur her geçen gün
Yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.

Kabil'in Habil'i öldürdüğü
Günden beri hiç dinmedi acılar
Çünkü insanların insanlar için
Koymuş olduğu bütün yasalar
Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
Taneyi eleyip samanı tutar.

Bildiğim başka bir şey daha var
-Ki bilmeli benim gibi herkes de-
İnsanın kardeşlerine ettiğini
İsa Efendimiz görmesin diye
Utanç tuğlalarıyla, parmaklıklarla
Örüldü yapılan her hapishane.

Parmaklıklar güneşi engelledi,
Kararttılar tatlı ay ışığını,
Cehennemi böyle ört bas ettiler
Yaptıkları bütün iğrenç şeyleri
İnsanoğlundan, tanrının oğlundan
Gizlemeyi ustaca başardılar.

Zehirli otlar gibi kötülükler
Büyür hapishanenin havasında,
Yok olur burada harcanıp gider
İyi olan ne varsa insanda:
Kapıyı tutar soluk bir keder
Umutsuzluk bekçiliğini yapar.

(…)
VI
O Reading zindanında Reading iline yakın
Şimdi bir çukur vardır çok alçakça bir çukur,
Bir mutsuz adam şimdi yatmaktadır orada
Alevin dişleriyle delik deşik olmuştur,
Yatmaktadır yakıcı bir kefene sarılmış
Mezarında ad yoktur.

İsa çağrısına dek, ölülerin orada,
O, sessiz yatacaktır:
Hiçbir gerek yok artık aptalca gözyaşında,
Ve onun için artık sızlanmak boşunadır:
Sevdiği bir kadını öldürmüştü bu adam,
Bu yüzden asılmıştır.

Ama herkes de gene sevdiğini öldürür,
Bu böylece biline,
Kimi bunu yüklü bakışlarıyla yapar,
Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür,
Korkak, bir öpücükle,
Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür.

Oscar Wilde

16 Temmuz 2010 Cuma

"...Hep bir gölgeyle saklandı yüzüm farkedilmedim
Kimi mutluluktan derdi kimi umutsuzluktan
Bense bilirdim senin gibi, yıllar öncesi
Alnımda seken bir kurşunun parlamasından
Alnımda seken o kurşunun
Beni hayata bağışlamasından..."

Tuğrul Asi Balkar

Devran Buyurdu Bize!

Devran buyurdu bize şarkı söyleyin!
Ve kesti dilimizi kökünce.
Devran buyurdu bize su gibi akın!
Ve tıpa soktu tüm deliklerimize.
Devran buyurdu bize kalkıp oynayın!
Ve iğneli fıçıyı giydirdi bize.
Ve sonunda ey devran! al sana,
Dışkının dik alası, buyursana!

Paris 1922

Ernest Hemingway

14 Temmuz 2010 Çarşamba

"Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı!"

Kafka

25 Haziran 2010 Cuma

...Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe...

Hasan Hüseyin Korkmazgil
Sequoia bu ödülü diğerlerinin yanında benim bloguma da layık görmüş. Nasıl sevindim, nasıl mutlu oldum anlatamam. Çok çok teşekkür ederim.

Benim de bu ödüle layık gördüğüm blog arkadaşlarımı belirtmem gerekiyormuş. Zevkle:

http://ikinciperde.blogspot.com/
http://yeraltindansiirler.blogspot.com/
http://metebilge.blogspot.com/
http://rock-okulu.blogspot.com/
http://oguzhankeskin.blogspot.com/
http://benbugunbunuogrendim.blogspot.com/
http://lanetlikule.blogspot.com/

Hadi bakalım.. :)

24 Mayıs 2010 Pazartesi

"aslolan hayattır
bir akvaryumu yazmak,
akvaryumda yasamaktan kolaydır
bu yuzden her dize biraz eksik
her siir biraz yalandır..."
--------------------------------------------------------------------------------------------------

Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun;
seni soruyorum
hiçbir şey bilmiyorsun…

Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım;
sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın...

Tükenişi bir aşkın,
bir nehrin tükenişine benzer.
Ne deniz olabildin,
ne nehir kalabildin...

Kendin ol, kendin ol…
Sen buysan başkası ol!

Buysan kederden öleceğim,
başkası olursan de kimi seveceğim?

/Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen;
oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen./

------------------------------------------------------------------------------------------------

arınıyor, deviniyor gökyüzü
toz
ve ter karışıyor hayatıma
uzak git bölünüp dağılan
eksilip savrulan ne varsa!
...
merhaba doğrulup dirilten yanm
ve deli dizelerime biriken çığlık
merhaba
uğultusu rüzgarların bahar akşamlarında
arnyor, deviniyor gökyüzü
akıyor zaman
sevdalar karışıyor hayatıma

Yılmaz Odabaşı
Kayboldum
Bir köpeğin bir çocuğu beklediği gibi
Hasretle kamaşık yüreği

Kayboldum
Bağırırlar, seslerinin yankısı
Dönemez bir türlü

Kayboldum
Çevrilir sayılar sonuncuya değin
Ansımaz sonuncu kaçtı, biter telefon

Kayboldum
Herkesin adı okunur, düşmüştür onunki

Kayboldum
Yıllarca beraber uyumak uyanmak
Suya ve ekmeğe uzanmak birlikte
Tartışmak, küsüşmek, sevişmek
Ama sevda nerde sevda nerde

Kayboldum
Kimlere hüzündü kimlere nostalji
Kimler tutkun idi kimler unuttu

Siz hepiniz ölüleri ve mezarları seversiniz
Çoğa sürmez bir gün ben de beklerim

Gülten Akın

12 Mayıs 2010 Çarşamba

...Aciyorsam sana anam avradim olsun,
Ama ask olsun sana çocuk, ask olsun!..

Can Yücel

6 Mayıs 2010 Perşembe

Turgut Uyar

Ak odada oturur
Kapısı penceresinden çok

Gözlerinde yıldızlar
Serin yerde durur

Bir elinde kadeh
Öbürünü yarasına bastırır

İnşaattan ses gelir
Bir şeyi okşar gibidir

Uzanıp durmuş mahçup
Işığagöçerin şarkısı

Dönülmez dizeler içinde
Onunkiler gülaçılır

Öldüğü gün
Hepimizi işten attılar

Cemal Süreya

2 Mayıs 2010 Pazar

Çağrılmayan Yakup


I

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çagrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım

Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım

Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi.

Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaslı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Bilmiyorum
Bilmiyorum, bilmiyorum
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
Onlar işte hep boyuna koşuyordu
Birileri çıkıyordu ordan burdan

Hiç çıkmamak halinde ve olgun
Birileri çıkıyordu
Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
Bir pencerenin sokağa doğru içinde
Bu uyum korkunçtur Yakup!
Yakubun olması korkunçluğudur bu
Dünyanın insana doğru içinde
Yakup, Yakup!
Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum
Lambayı söndürmesinler, geliyorum
Siz bütün lambaları yakın, evet
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp degil ya
Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
Bir ölünün günü boyayan renginde
Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
Kayalardan dondurmalar sorduğum
Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
Kim bilir ne diyordum
(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
Bir baykuş tarafından
Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
Ben ne oluyordum.)

Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
Bunu Yakup söyledi
Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense
Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
Kızgın kağıtların üstüne
Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
Ölüyordu ve bir de
Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
Kendimi koruyordum
Bunu bana Yakup söyledi
Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup
Ben
Bunu hep biliyorum
Bunu hep biliyorum ve işte
Özgürüm, cezasız duruyorum.

II

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.

Taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
Eski taş merdivenleri. Yanımdan bir sürü adam
Geçti ve kolayca gittiler
Müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
Yanan güneşin altında
Onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
Ve sordum
Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun
Ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
Yakup ve onlar nasıl olsunlar. İşte ben taş merdivenleri
Kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
Durmadan kendimle karıştırıyordum
Kimse beni tutup çıkarmıyordu
Vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
Anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
Yoruldum! bunu sanki biri söyledi
Yakubun biri
Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Kendime bir isim düşünerek
Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır bu kimse değil
Ancak gelebildim

Aşağıda bir luna park kımıldıyordu. Ah kurbağalara bakmam gecikecek
Luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
Bu uyum korkunçtur Yakup
Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup
Yakuup!
Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup
Kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
Nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
Güneşe kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını cök yakıyordu ki
Adam içinden bağırdıkça dünya
Ters yonden yaratilıyordu, diyebilirim
Bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
Kan kalp
Kırmızı top
Yakıcı dönüşümler çıkaran
Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
Öyle değil mi Yakup
Hemen hemen öyleydi, Yakup bunu söyledi
İyi ki söyledi. Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
O benim ayaklarimı.. taşlardan
Bir kurtarabilsem
Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Bir zamansızliğın Yakuba doğru içinde
Saat on yediyi ve yirmi biri
Gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Her saniyedeki ve işte her saniyedeki
Ben, yani Yakubun o dağılgan şekli
Nerdeydim.

Bilmem ki. Bir avukat benim ellerimi tuttu. Gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
Kim bilir bir çağın neresinden burada. Anlaşılması
Yoktu ki. Kendine özgü bir duruşu
Yoktu ki. Pek güçlü kolları vardı yalnız
Ne diyordum, ben işte Yakup
Çekiverdi beni taş hamurun içinden
Pek öyle gürültüyle değil
Bir başka yapışkanlığın içine
Çekiverdi beni
Göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
Sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
Kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
Bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
Onu ben çok iyi görüyordum. Ama çarşaflar, öyle bir takım
kıpırdanmalar
araya
giriyordu
Engelliyordu bizi
Ter içindeydik. Ellerimden çekiyordu. Ter içindeydik
Beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi Ben'i
Ter içindeydik
Terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
Üstümüzde olgun ve kararsız su tanecikleri bulunan
Biz Yakup
Biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
Kurbağalara geldik.

III

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Masalarda oturmuşlardı. Ben oradan geliyorum
Yazı makineleri, kağıt sesleri
Ben oradan geliyorum.

Önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
Sonra bir yer bulup oturdum. Hadi bir sigara iceyim dedim
Olmaz, dedi mubaşir kıliklı kurbağanın biri
Belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi
Öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
Bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
Olmaz ki, Yakup!
Peki Yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
Herkesin durduğu bir yere gittim. Ben Yakup
Ya onlar kimdi
Aralarına aldılar beni. Artık ben hiçbir şey göremiyordum
Biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekce bir yere oturmuş
Onu ben duyuyordum
Duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
Ve "Yakup" sesini ancak anlıyordum. Yakubun ötesinde
Birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
Anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
Sonra bir sey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış
olmalıyım
Ben, yani Yakup
Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
Diye düşündüm ya ben
Ben, yani Yakup
Butun gücümle bunu bağırdım
Ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
Bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
Daha başka yerlerime de baktılar
Sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
Ben, Yakup, beni hiç kimse çağırmadı
Sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. Şimdi
Hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
Yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
Ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
Bağırdım, bağırdım, bağırdım
Tanrının ayak izleri!
Tanrının ayak izleri!

IV

Kurbağalara bakmaktan geliyorum. Ben Yakup
Bunu Yakup söyledi
Yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
Gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
Bir kırlangıç onu kirletmese
Ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
Onları hiç sevmem
Ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
Odamın düşünülmesi halinde bile
Kimseler yoktur
Biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
Ve biraz da çarşılar
Ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
Bitmesin
Çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
Kirli ve eski
Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
İntiharlara doğru büyüyen içinde
Ben, yani Yakup
Kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
Açgözlü, mor kurbağalara
Akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki
Bir bardak da süt içeceğim. Sonra
Bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
Ben
Gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup
Uyumak istiyorum.

Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.




Edip Cansever

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Münacat


birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri
gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri

kentleri ve kasabaları ve köyleri çevirdik senin adına
kapıları tutmaktan artık herkesin nasır oldu elleri

olsun daha da tutarız sen varsan düşüncemizde ama gel
tutarız karaları ve denizleri ve yaşayan yürekleri

kendin karşı koydun yaptığın saraylara zindanlara tellere
yine kendin kullan artık kendi yaptığın tüfekleri

bozgun bir şubat sensin, ekmek ve kan senden, ekim sensin
nerende taşır büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri

hatırla, kendini hatırlat, o büyük haklılığı denize giden
hatırla, karada ve denizde onardığın her yeri

hatırla, karada büyük taşları üstüste kodun, hatırla
yürüttün canalıcı denizlerde cesur gemileri

«...senin hüznün bir yazgıdır, bir eski zamandır
büyüksün artık büyük dirimine beni inandır

bir değişmezlik sanırsın çoktan beri her şeyi oysa
bir vakitler güneyde öyle kötü kullanılmış ki...»

gecikmiş bilgeliğin yaşamış bir eski ağacı hatırlatır
ki sen emzirirsin duyguyu, sen beslersin kalemleri

sen yarattın, sendeyiz, suyumuz, toprağımız kanımız
senden ey yüce bekleyiş, sanki bu kalın eller kimin elleri

artık bize soluk ver, bizi besle, kendini hatırla
ey biraz yavaş, biraz kutsal, beklerken az sevinçli

seni bağışlamam çünkü ben büyük bir dirim taşırım
çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri

biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz
ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri



Turgut Uyar

21 Nisan 2010 Çarşamba

Düşüncelerimin Başucunda



Hasretimin yıllardanberi bel bağladığı..
İşte odur düşüncelerimin başucunda.
O, göğsünün taşkın hareketi avucunda,
Gözlerinde rüyaların gülüp ağladığı.

Kendi bahçesidir onun içinde gördüğüm.
Yollar yine her günkü gibi yaz uykusunda
Ve yaban çiçeklerinin buruk kokusunda
Her ikindi günlük rüyasını gören mürdüm.
Onun da dudaklarında bir eskiye dönüş,
O da yüzmede bir ses yığını üzerinde.
Bin hatırayı bir anda duyan gözlerinde
İnsana ruhlar dolusu haz veren düşünüş.

Sonra kızlık kadar temiz, aydın bir açılma:
Evine giden toprak yolda o yine çocuk,
Yine uykuyla başlıyan alemde yolculuk
Ve taptaze sabahlar kayısı dallarında.
Hasretimin yıllardan beri bel bağladığı..
İşte odur düşüncelerimin başucunda.
O, göğsünün taşkın hareketi avucunda,
Gözlerinde rüyaların gülüp ağladığı.


Orhan Veli Kanık

16 Nisan 2010 Cuma

Dargın Bir Akşamüstü

Dargın bir akşamüstü.
Süheyla' nın beyaz göbeği ve ılık bira.
Uzaktan gelen pişman bir mırıltı,
Yalnızlık ney üflüyor iliklerime...

Tüm yük gemilerinin inadına, mavi deniz.
Durgun. Hayatı yutmuş bir ihtiyar kadar.
Boğazında kalmış kadar sessiz.
Köşebaşındaki şarapçıyla dertleşir gibi(ki sadece o duyabilir denizi)
Hüzünlü bir gülümseme yüzünde.
"Hey gidi hayat" der gibi ölüm döşeğinde.
"Yaşa(n)mış" gibi...

Elinden alanlara cimri değil bu yüzden,
Yorgun, kalanından ötesinden vazgeçmiş gibi.
Gülümser, cebinde biriktirdiği taşları, göğsünde sektiren oğlancığa.

El değiştirir güneş.

Vazgeçse de bırakmazlar.
Yakasından tutulmuş, ölmeye çabalayan bir ihtiyar gibi deniz.
Bunayarak rahatlar ancak.
Ciğerine dolanan ağları tanımaz artık.
Yunuslar dürter dalgalarını, ruhu duymaz.

Tuz bastığı yüreğinde, inadının tersine giden gemiler öldürür onu.
Çığırtkan bir köpek ulaştırır haberini dağlara.
Dağlar durur.
Aynı hikayeyi dinlemiş gibi milyonlarca kez,
Aşınan eteklerine ağlar durur.

"Bir nefeste yarılar cigarasını" şarapçı ...

...

14 Mart 2010 Pazar

Japon Balıkçısı

Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.


Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.

Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.

Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür...

Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.

Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?

(1956)

Nazım Hikmet Ran

9 Mart 2010 Salı

Her kıvrımı ayrı bir dizede güzellenmiş,
Bir balerine dönüşür koynumda.
Güvercinka...
"...'Sakın', dedi kendine, 'korkma'. Bir hafta önceydi, anlamıştı. İnsan çok yalnızken, bir tane daha doğuruyordu içinde, 'korkma' desin diye..."


"...Bir gün, bu Batılı Müslümanların İslam'ın içindeki bu turist hayallerini, Mevlana'yı okuyup İslam'ı Budizm gibi bir uysallık olarak anlatmalarını, Batılı'nın İslam'ın esmerliğini nasıl sıyırıp beyazlattığını, 'İslam inancının çeviride kaybolan katılığını' bir yerlerde, muhakkak akademik bir makaleyle, ama nasıl, yazması gerektiğine takıldı kafası..."


"...Herkesi olduğundan daha kahraman yapar Beyrut..."


"...Zenginlerin böyle tuhaf bir yanı vardır Filipina. Yoksulluğun üzerini üniformalarla örterler. Sanırım birinin kendilerine kölelik etmesi fikri rahatsız ediyor onları. O yüzden bir insandan başka bir şeye benzetmeye çalışıyolar hizmetkarları. Üniformalar bu işe yarar, sakın unutma bunu ve asla üniforma giyme..."


"...Kadında zaman geçmez. Sakın bir gün iyileşmek için zamana güvenme..."


*Ece Temelkuran
Muz Sesleri

2 Mart 2010 Salı

05/03/1938

Nazım’cığım,

Üzülme.sen orada sıkıldıkça biz burada daha çok azap çekiyoruz.

Bilirsin,benin güzel bir huyum vardır,her felaket karşısında taş kesilirim.Sen de öyle yap,üzülmekle, sıkılmakla eline bir şey geçmez.Bizi düşünme, ben her işi düzeltirim.Çocuklarının başında ben varım. Yoksa bana itimadın yok mu?

Sıkılma. Sana kitap gönderdim,onları oku, vakit geçirmeye çalış. Çok sinirlendiğin zaman beni hatırla, sen orada sıkıldığın zamanlar,ben burada duyuyorum, hastalanıyorum.

Bir defter al, hatıralarını her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır.

Beni şimdiye kadar hiç üzmedin, böyle kötü şeyler düşünme.

Güler yüzlü olur muyum, bilemem ama,senin yanında her zaman dünyanın en bahtiyar kadını idim, öyle de kalacağım.Kocasından,on sene sonra, atıldığı hapiste hala aşk mektupları alan kadının bahtiyar olmaması için ancak deli olması lazım. Sen en güzel senelerini bana verdin, en güzel aşk şiirlerini bana yazdın, bütün eserlerinde benden bir parça var.

Yüzündeki birkaç çizgi de benim yüzümden olmadı mı, Nazım?

Seninle ben aynı insanız gibi geliyor bana, sen ağladığın zaman ağlamak,güldüğün zaman da gülmek istiyorum.

Suçsuz olduğun artık bence malum.Mektubun ferahlattı beni.

Şimdi sevinçle, üzülmeden,kendimizi oyalayarak çıkacağın günü bekleyelim. Sabırlı olalım, elbette bir gün bu cezayı kafi görecekler.

Çocuklar ve evdekiler mektup yazdılar,gönderiyorum. Haber’den on beş lira aldım.Vedat’ın borcunu ödedim.Param var.Merak etme.

Gözlerinden, ellerinden Öperim.

Piraye

On lira ile ayakkabıları gönderiyorum.


*Nazım Hikmet, Öteki Defterler

25 Şubat 2010 Perşembe

...Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının

Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında

Kim bilir kaç yunus görmüş
kaç deniz gezmiş...

Sunay Akın

21 Şubat 2010 Pazar

"...bir sur harabesi üzerinde çıkan bir yabani incir ağacı gibi, biraz
sıkıntılı ve şekilsiz, fakat serbest ve istediği gibi..."


Kuyucaklı Yusuf
Sabahattin Ali

*Sabahattin Ali Yusuf'u tanımlar.

16 Şubat 2010 Salı

"...Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten
vazgeçtim..."


Bertolt Brecht

6 Şubat 2010 Cumartesi

" erdemlerin tümü züğürtlük, kirlilik ve acınacak bir rahat düşkünlüğüdür... ey erdemden söz açanlar, bütün erdemleri uyumaya
yollayın... ben ne değilsem erdemim odur... en büyük kötülük, en büyük iyilik için gereklidir... yaratıcı olmak isteyen önce yıkıcı olmak, değerleri yıkmak zorundadır... yaşam bana şu sırrını verdi: bak, ben daima yenmek zorunda olanım... erdem dedikleri, gerçekte korkaklıktır... şehveti, hükmetme isteğini, bencilliği üç büyük kötülük sayarlar. gerçekte bunlar üç büyük iyiliktir, üç büyük mutluluktur... gerçekte bencilliğe erdem denmeliydi. çalmamalısınız, öldürmemelisiniz sözleri bir zamanlar kutsaldı. ama ben size soruyorum: doğada hırsızlık ve öldürmek yok mudur? parçalayınız kardeşlerim, eski levhaları parçalayınız."

Nietzsche

5 Şubat 2010 Cuma

"Artık vakit geldi! Gömleği
giydirelim, ha, ne dersin?"


Deniz'in ardında bıraktığı geçmiş
Hüseyin'in inancı
Yusuf'un aslanı
"ve bir gün mutlaka"
Hepsi o!

Yusuf'un ardında bıraktığı aslan
Deniz'in geçmişi
Hüseyin'in inancı
"baba, her biri oğlun sayılır"
Hepsi o!

Hüseyin'in ardında bıraktığı inan
Deniz'in geçmişi
Yusuf'un aslanı
"ben şimdi savaşmasam,
ilerde kimse..."
Hepsi o!

Artlarında bıraktıkları
Ben sen o biz siz onlar
Yaşayan
Yok kimse başka
Yok kimse artık

-Duydum Deniz'in sesini:
"Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili"

Yanıtladım ben de:
"Türkiye'nin üç tarafı..."
Hepsi o!

Tuğrul Asi Balkar

6 Ocak 2010 Çarşamba




"...İnsanoğlu hayatta o kadar çok acı çeker ki; canlılar arasında yalnız o, gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır..."




*Nietzsche,Friedrich. Böyle Buyurdu Zerdüşt