27 Nisan 2008 Pazar

...Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever
Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever...

Fuzuli

23 Nisan 2008 Çarşamba

Denize Yakılan Türkü

gün gelir sevda koyarsa
soluksuz seni
gün olur yolun düşerse
gurbet ellere
al bu dertten yüreğini
dalgalara sal...
kederin büyüyorsa kuytuluklarda
gidecek deniz yoksa, bulamadınsa
al bu dertten yüreğini
yağmurlara sal...

----------------------------------------------

Hewara Güle

ev roj bilbile dilsoti
deng da gula sor
gul hişyar bu, go were dilo:
-ez ya te me
benda te me...

min got gul ra:
-bo çi dıle, tu digiri?
we'j got min ra:
-nizanim bira
çiqas zor ketime lo
har ket dile min
--
O gün bülbül
Yanık yüreğiyle
Seslendi kızıl güle...
Gül uyandı, döndü bülbüle:
-Senindir yüreğim,
Yolunu gözlerim...

Dedim güle:
-Nedendir bu figan?
Dedi:
-Bilmem nedendir,
Derbederim...
Kor düştü yüreğime,
Yanarım...

Kardeş Türküler

21 Nisan 2008 Pazartesi

İnsanın Yedi Çağı

Bütün dünya bir sahnedir...
Ve bütün erkekler ve kadınlar
sadece birer oyuncu...
Girerler ve çıkarlar.
Bir kişi bir çok rolü birden oynar,
Bu oyun insanın yedi çağıdır...
İlk rol bebeklik çağıdır,
Dadısının kollarında agucuk yaparken...
sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı
Ayağını sürerek okula gider...
Daha sonra aşık delikanlı gelir,
İç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...
Sonra asker olur, garip yeminler eder.
Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
Savaşta atak ve korkusuz,
Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar...
Sonra hakimliğe başlar,
Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
Gözleri ciddi, sakalı ciddi kesmli...
Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
Ve böylece rolünü oynar...
Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle,
Gözünde gözlüğü, yanında çantası,
Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir.
Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir.
Son çağda bu olaylı tarih sona erer.
İkinci çocukla her şey biter.
Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz..
William Shakespeare

Shakespeare'ın 'Nasıl Hoşunuza Giderse' adlı oyununun 3. Bölüm 7. Trajedyasıdır

20 Nisan 2008 Pazar

Ağrı Dağı Efsanesi

...
"Ağrı Dağının doruğuna yakın bir yerlerde, güneybatı yamacında bir göl vardır, adına Küp Gölü derler. Bir harman yeri büyüklüğündedir göl. Som mavi bir sudur. Kuyu gibi. Kırmızı, keskin ışıltılı kayalıkların dibindedir. Her yıl bahar gözünü açar açmaz Ağrı Dağının tekmil çobanları gölün kıyısına gelirler, güneş damgalı kepeneklerini bakır toprağın üzerinde serip gölün kıyısında sıralanırlar, kavallarını çıkarıp doğan günle birlikte "Ağrı Dağının Öfkesi" ni gün batımına kadar birlikte çalarlar. Ağrı Dağı çobanları güzel kara kederli gözlüdürler. Uzun çok güzel parmakları vardır. Bazısının gür, altın sakalları dalgalanır. Küçücük bir ak kuş çobanlar kaval çaldıkları sürece üstlerinde döner durur. Gün kavuşunca çobanlar karanlığa karışıp giderler. Ve tam bu sırada da tepede dönüp duran ak kuş gölün üstüne süzülüp iner, kanadını suyun som mavisine daldırır, sonra o da çobanlarla birlikte, karanlığa karışır. Kanadın değdiği yerde göl incecikten dalgalanır, ince dalgalar genişleyerek gelir, bakır kıyılara vururlar. Sonra, iri bir atın gölgesi gölün üstüne düşer, süzülür gider."...

------------------------------------------------------------------------

“Gülbahar, o geceden beri Memo üstünde de çok düşünmüştü. Her dediğini, kellesini koltuğa alarak büyülenmiş gibi yerine getiriyordu. Hem de sonsuz, ulaşılmaz bir mutluluk sevinciyle. Gülbahar’a öyle geliyordu ki canını ver Memo, benim için canını ver dese, Memo sevinçten aklını yitirecekti. Memo sevdalı mıydı? Memo yangın mıydı?Öyle olsa onu Ahmet’le buluşturur muydu, hem de en büyük bir mutlulukla?”..


...Gülbahar:
“Varsın o (Ahmet) yaşasın da, ben öleyim”; “varsın (babam beni de) öldürsün”; “yakında boyunlarınız vurulacak, ben de varıp sizin mezarlarınız (Sofi ile Ahmet’in) üstünde kendimi öldüreceğim"...



“Canımı iste, canımı veririm" dedi Gülbahar.
Memo sesi değişmiş, gülen, mutlu, mutlu, mutluluktan taşarak, yeryüzünde bütün isteklerine kavuşmuş bir insanın durgunluğu, sevinci, rahatlığıyla:
“Ne istersem verir misin?” dedi.
“Veririm,” dedi Gülbahar, tok, inanmış, güvenli bir sesle. “Veririm.”
“Saçından birkaç tel isterim,” dedi Memo.
Gülbahar hiç düşünmeden hemen, bir beliğini tutup uzattı:
“Çek kılıcını kes Memo,” dedi. “Gülbahar sana kurban.”
Memo kılıcını çekti, beliğin ucundan bir parçayı kesti, aldı, yüreğinin üstüne koydu.
“Bir de başka bir şey isterim,” dedi.
Gülbahar hemen:
“Söyle, Gülbahar sana kurban olsun.”
“Gülbaharın bunu, bu geceyi, beni ölünceye kadar unutmamasını isterim.”...

... “Paşa, Paşa,” dedi, “burada sizinle üç gün, üç gece dövüşürdüm ama, ne fayda... Ben yeryüzünden alacağımı aldım. Dünyaya doymuş gidiyorum. Birkaç insan öldürmüşüm ne çıkar. Senin birkaç kulunu öldürmüşüm, değil mi? Hepiniz sağlıcakla kalın. Kalanlara, dostlara, bizi sevenlere, sevmeyenlere selam olsun.”
Kendisini kalenin burcundan aşağı fırlattı. Uçurum çok derindi. Yukardan bakınca Memonun ölüsü aşağıda kanadının birisini açmış bir kuş ölüsüne benziyordu.
Memonun ölüsü başına önce demirci Hüso geldi, sonra oğulları, sonra kadınlar, kızlar... Beyazıt kasabasına bir figan düştü.
Hüso ağır ağır Memoya yaklaştı, onu alnından öptü. Sol eli yumulmuştu ve yüreğinin üstündeydi. Hüso eli aldı, güçlü elleriyle zorla açtı. Memonun avucundaki bir tutam saç kapkara bir yalım, bir ışık gibi balkıdı, incecikten yeşillenmiş toprağın üstüne aktı...

------------------------------------------------------------------------------------------------

Memo Gülbahar'ın saçından bir tutam aldıktan sonra kilidi açar, o sabah boyunları vurulacak olan Ahmet ve arkadaşlarını canı pahasına özgür bırakır.

Ahmet'le Gülbahar hemen kaçıp, Ağrıdağı'na çıkarlar:

... İkisinin de tutsaklık koşulundan kurtulup, özgür bir ortamda birleşme olanağını buldukları anda, Ahmet döşeğin ortasına kılıcını yerleştirir ve gövdeleri biribirinden ayırır. O kavşakta yüzleşmekten kaçınır Gülbahar’la:

“Bu kılıcı neden aramıza koydun? Bunun sebebini öğrenmek isterim. Sarayda ben senin kadının olmadım mı? Bundan sonra araya kılıç konduğu görülmüş müdür? Ya da benim bilmediğim bir görenekleri, gelenekleri mi var dağlıların? Bana bunun karşılığını söyleyeceksin, beni seviyorsan.”
Ahmet sustu.
“Bunu bana söyleyeceksin.”
Ahmet karşılık vermiyor, Gülbahar durmadan karşılık istiyordu. Ahmet utancından yerin dibine batıyor, aklına üşüşen düşünceyi kafasından kovmaya çalışıyordu ama, bir türlü korkunç düşünceyle baş edemiyordu. İçini yakan, kendi kendinden utandıran düşünceyi Ahmet kendine bile söyleyemiyordu ki Gülbahara söylesin.
Ahmet konuşamıyor, ne diyeceğini bilemiyordu. Gülbaharın sesi bir yangın gibiydi. Karşılığı verilmeliydi. Ahmet gözlerini Gülbaharın yüzüne dikti öylecene kaldı. Sonra ağır, ölüm gibi zor:
“Beni nasıl kurtardın Gülbahar? Ne verdin Memoya da benim canımı satın aldın? Memo neyin karşılığı kendi canını verdi de benim canımı kurtardı? Memo beni bıraktığı zaman, kendisinin ölceğini bilmez miydi? Bunu bana söyle. Bilir miydi, bilmez miydi?”
Durdu, gözlerini Gülbaharın gözlerine dikti, bekledi.
Gülbahar:
“Bilirdi,” dedi. “Zindanın kapısını açan zindancı dünyanın hiçbir yerinde yaşayamaz. Hiçbir ülkeye sığınamaz, onu Memo bilirdi. Onun için de savaşa savaşa gitti, kalenin burcundan kendini aşağı attı.”
“Altın mı verdin de canını verdi?”
“Yok.”
“Saraylar mı bağışladın da canını verdi?”
“Yok.”
“Ne verdin, Gülbahar, ona ki, karşılığında canını aldın? Canını benim canımla değişti?”
“Hiçbir şey vermedim Ahmet,” dedi. “Hiçbir şey istemedi.”
“Beni kurtarmak için?”
Gülbahar onun sözünü kesti:
“Söyledim ona,” dedi. “Ne isterse verir, senin canını alırdım. Hiçbir şey istemedi.”
“Sen ne isterse vereceğini söyledin ona, öyle mi?”
“Ne isterse vereceğimi söyledim. O hiçbir şey istemedi.”
"Ne istese verecektin..."

...Ahmet’in tavrı, Aşk’ın temel adaletsizliği ile çelişen bir adalet talebine bitişmiştir: Gülbahar’ın Memo’ya “ne isterse verebileceği”ni ifade etmiş olması onun gözünde çifte kördüğüm işlevi görür, hem kendi aşklarının mutlağını (aşk uğruna olsa bile) zedelemiştir kadın, hem de bunu bir başkasının aşkını kullanarak gerçekleştirerek başka bir cepheden mutlak kavramını yaralamıştır...

...Bir aşk, bir başka aşkın ölüsü üzerine inşa edilemeyecektir...

...Ahmet’in dünyasında Aşk, gölgesiz olmak durumundadır — aslında Gülbahar’la arasına koyduğu kılıç Memo’nun ta kendisidir...

...Mecnûn’un görevini üstlenen genç kadın, bir aşk cinneti içinde hançerine davranır ve masal koridoruna dalar: Sonunda karşımızda bir göl ve bir kuş kalır — Ağrıdağı bu kez tanıklığı üstlenmiştir...


Yaşar Kemal
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belâlara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı.


Willam Shakespeare
HAMLET
III Perde, I Sahne

19 Nisan 2008 Cumartesi

...Görinen yılduz değil yir yir delinmişdür felek
Gün yüzünün hasretiyle tır-i ahımdan benüm...
Necati

18 Nisan 2008 Cuma

Başka Yerde Olmak



...Ben gidip başıma belalar aramışım
O kalıp mevlasını bulmuş...


Attila İlhan
(Sisler Bulvarı'ndan)
Odam kireç tutmuyor
Kumunu katmayınca
Sevdan baştan gitmiyor
Sarılıp yatmayınca
Baba ben derviş miyem
Hırkamı giymiş miyem
Ben sevdim eller aldı
Niye ben ölmüş müyem

Odam kireçtir benim
Yüzüm güleçtir benim
Soyunda gir koynuma
Tenim ilaçtır benim

Odam kireçtir benim
Yüzüm güleçtir benim
Hangi taşa sarılsam
Emeğim boştur benim

(Seyitgazi)

Baba ben derviş miyem
Kürkümü giymiş miyem
Ben sevim eller ala
Niye ben ölmüş müyem
Odam kireçtir benim
Yüzüm güleçtir benim
Soyun da gir koynuma
Terim ilaçtır benim
Odam kireç tutmuyor
Kumunu katmayınca
Sevda baştan gitmiyor
Sarılıp yatmayınca
Atım Araptır benim
Yüküm şaraptır benim
Ben sevim eller ala
Halim haraptır benim

(Bayburt)

Anonim

----------------------------------------

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası başımda tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni

Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni

Pir Sultan Abdal'ım dağları aşalım
Aşalım da dost eline düşelim
Çok nimetin yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni
(Erzincan)
Pir Sultan Abdal

...

Annabel Lee

It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of Annabel Lee; -
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.
She was a child and I was a child,
In this kingdom by the sea,
But we loved with a love that was more than love -
I and Annabel Lee -
With a love that winged seraphs of Heaven
Coveted her and me.
And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud by night
Chilling my Annabel Lee;
So that her highborn kinsmen came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.
The angels, not half so happy in Heaven,
Went envying her and me: -
Yes! that was the reason (as all men know,
in this kingdom by the sea)
That the wind came out of the cloud, chilling
And killing my Annabel Lee.
But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we -
Of many far wiser than we -
And neither the angels in Heaven above
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee: -
For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I see the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling, my darling, my life and my bride,
In her sepulchre there by the sea -
In her tomb by the side of the sea.
---------------------------------------
Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.

O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.

Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.

Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,_
Evet!_bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.

Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.

Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim,uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni .
Edgar Allan Poe

Çeviri:Melih Cevdet Anday

(Şiiri -resimdeki- eşi Virginia Lee için yazdığı sanılmaktadır)

15 Nisan 2008 Salı

Derd-i aşkı gayrdan sorman ne bilsün çekmeyen/ anı yine aşık-ı nalana söylen söylesün*


...Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
Azıcık okşasam sanki çocuktular
Bıraksam korkudan gözleri sislenir.

Ne kadınlar gördüm zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Hayır sanmayın ki beni unuttular
Hala arasıra mektupları gelir
Gerçek değildiler birer umuttular
Eski bir şarkı belki bir şiir

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir
Sanki gökyüzünde bir buluttular
Nereye kayboldular şimdi kimbilir

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir...

------------------------------------------

Soğuk Kadınlar Balladı


Soğuk kadınlardı usulca geçtiler
Koyu bir yalnızlığın kenarından
Adımları ürkekti değişiktiler
Kan mı sızıyordu dudaklarından
Başka bir yalnızlığa gittiler

Yosun yeşili aynalarda biriktiler
Kıpkızıl buğusu karanlığa dağılan
Tenha gözleri birer kilittiler
Uyanmışlardı vampir uykularından
Nasıl da ulaşılmaz fakat gündeliktiler

Kimbilir kaç yalnızlık eskittiler
Yoksa bir büyü mü baktığın zaman
Hem bir çoktular hem bir tektiler
Yorulmuş bir yanlışı yaşamaktan
Epeyce kadın gizlice erkektiler

----------------------------------------------

Unutulmuş Kızlar Balladı

Bilinmez nerde bitmiş hangisi nerde başlar
Unutulmuş kızların mevsimlik sevdaların
Yalnızlığa uzun Kanlıca'da bir çınar
Savrulan yaprakları hicranlı sonbaharın
Unutulmuş kızları mevsimlik sevdaların

Porno bir romandan birisi çıplak çıkar
Öbürü bir fotoğraf cebinde her oğlanın
Bazıları evlenir evlenmez boşanmışlar
Ne adresi belli ne adı bazılarının
Unutulmuş kızları mevsimlik sevdaların

Yıldızlar prensesi oysa bir zamanlar
Suyundan çıktıkları masmavi aynaların
Kime dokunsalardı birden tutuşup yanar
Islak sıcaklığından kalın dudaklarının
Unutulmuş kızlar mevsimlik sevdaların

Esk şarkılara mı yoksa saklanmışlar
Tramvay duraklarına belki rüyaların
Harcanmış mutluluk ümitleridir yaşar
İçinde bir yerinde mutsuz ihtiyarların
Unutulmuş kızları mevsimlik sevdaların

-----------------------------------------------

Sarhoş Bir Kadın Balladı

...Kaç içki daha ne ağır bir iş
Akol ırgatlığı bardakta ruj izi
Gözlerinin mavisi akında erimiş
Tütün sarısına dönüyor benzi...

----------------------------------------------

Bisikletli Kız Balladı

Gözü yalayıp geçen bir ayna yansıması
Pırıl pırıl o genç kız bisikletli sarışın
Kumsaldan çıtır çıtır kayıp uzaklaşması
Yeniden başlaması eski yanılsamanın
Pırıl pırıl o genç kız bisikletli sarışın

O mudur gerçekten mümkün mü genç kalması
Nerede paldır küldür yorgunluğu kırk yılın
Şimdi ben çocuksam burdaki kim başkası
Ufkundan bir yıldız aktı yalnızlığının
Pırıl pırıl o genç kız bisikletli sarışın

-------------------------------------------

Çerkes Halayıklar Balladı

Çerkez halayıklar burunlu mütehakkim
Nargileye yatmış haremde duman
Bir gölgeyle sevişirler anlaşılmaz kim
Belki sultan murat belli sarığından
Belki kadın efendi menevişli yeşim

Mehtaba dağılmış çınarlar mavi yaprak
Balıklar suda uyur donmuş zaman
Tömbeki kokusu halhal kemik tarak
Her dakika bir cellat girer kapılarından
Elinde yağlı kemend kıllı gövdesi çıplak

-------------------------------------------------

Cam Güzeli Kızlar İçin Ballad

Cam güzeli kızlardır gözleri aynalı
Baktıkları mekan içinde sırrolur
Nergis akşamları cam sicimi yağmur
Güneş dağıtıyorlar gözlük taşıyalı
Bazı akşamları ayışığı bulunur

Hüzne büründüler mi buğulu billur
Koyu çay karanlığı keder ağdalı
Gül yaprağı sevinç kırağı yansımalı
Gönülleri sırça köşk çabucak soğur
Öyle olur olmaz sokulmamalı

Cam güzeli kızlardır gizlice tasalı
Buzullar ülkesinde buz gibi durur
Dağıttığı ışıktan sanki yorulmuştur
Sanki birer hayal yansımaya bağlı
Güneş batınca eriyip kaybolur

-----------------------------------------------

Kalk Gidelim Kadınlar Balladı

Sabit dudak ruju epeyce telefon
Kirpikleri devirip göğüs geçirmeler
Burnu rendelenmiş memeleri silikon
Ağızlıkla çakmağın alevini içmeler
Yarı ömrü meyhane yarısı berber
Aşk faslını unuttuk
Hey Allah pardon
Yuvası aşk yuvası görkemli salon
Kapısı vızır vızır spor mercedes'ler
zar saydamı bluz bluejean pantolon
Kadın erkek farketmez asıl olan çekler
Lafı hiç uzatmaz sevişmeye geçer
Az buz kazanmıyor
Gecesi üç milyon
Kalk gidelim kadınları bu ne ilk ne son
----------------------------------------------------

Tığ Örgüsü Yaşlı Kadın Balladı

Hayal Kuşları üretir marifetli tığından
Esrarlı sarmaşıklar yaprakları tırtıllı
Bir rüya çıkarıyor yaşadığından
Tel tel ürettiği ince ayrıntılı
Daha mı yumuşak ipek yumuşaklığından
Sanki ayna kırığı yıldız çakıntılı

Yoksa yaşlı mıdır sanıldığından
Tığ ucunda bir ömür nasıl çalkantılı
Yakındığı duyulmamış hastalığından
O yalıda eskiyor camları martılı
Akasyalar büyür yağmurlarından
Dantel gibi zarif ışık kıpırtılı

-------------------------------------------

Ah Kızlar Ulan Kızlar Balladı

O yanlış evlenip çabuk ayrılan kızlar
Her gece uykusuzluk her sabah zorluk
Mutluluk size uzak ne desem yalan kızlar
İş güç dağdağası büyütülecek çocuk
Yaşamaya vakit yok
Ah kızlar aman kızlar

Her yerde yadırganır çevresi ona soğuk
Yalnızlıktan her dakika kırılan kızlar
Bir çoğu umutsuz birazı aksi birazı uçuk
Her sözü her bakışı tartışılan kızlar
Erkeklere sürek avı kadınlara korkuluk
Ah kızlar aman kızlar
Ulan kızlar ulan kızlar..

Attila İlhan

*Baki
Seni birden hatırlarım akşamlar içinde
fevkalade tatlı bir sesin söylediği
şöyle kolay dokunaklı aydınlık ve temiz
gittikçe yakınlaşan bir melodi gibi
kalbim artık ürperen bir mandoline benzer
ne güzel şeydir seni hatırlamak

saçların örülmüş örülmüş olsun
ve beyaz ellerin geceye karşı çıplak
porselen tabakta yıkanmış kayısılar
yere düşmüş bir kitap bir şiir kitabı
içinde hürriyetten bahseden mısralar

insan bir düşünse ne çok şey bulabilir
hatırlamak gülmek ve ağlamak için
arzularımız nereye sürüklüyor bizi
neredeydik hangi rüzgara karıştık
ve şimdi ne tür manzaralar çekiyor
karanlık içinde açılmış gözlerimizi

saçların mutlaka örülmüş olmalı
mektepli bir kıza benzemelisin
aklında kimbilir kimden bir mısra
gözlerin nur gibi parlasın saadetten

Attila İlhan

-----------------------------------------------------------------------

O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
Seni görür görmez özgürlüğümden utandım
Söyle ne içersin, çay mı kahve mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Saçların uzundu, omuzlarına akardı
Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın
Gülerdin, içimize aylar doğardı
Görünmez dağların arkasından
Eski gülümsemeni beyhude aradım
O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Bir çay içer misin, yoksa kahve mi
Kibritim yok, demek cigaraya başladın
Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var
Böyle bir kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Attila İlhan

Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri-4

O şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
- hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...-

O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
- her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...-
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...

Nazım Hikmet Ran

(23 Eylül 1945)

12 Nisan 2008 Cumartesi

A kadınım,
A hüznümün bançesi!..
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... Dudakların buselere sağır...
Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için...
Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi...

Mübadele garında, saadet ülkesine kesilmiş iki biletle mecalsiz bekleşiyoruz...

***

Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım.

Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış maskelerimizden... Mecburi rollerimizden...

Devamsızlık yüzünden tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden... Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya...

Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla...

Uşşak makamında...


Can Dündar
Yanyana geldikçe daha uzak
Birlikteyken daha kimsesiz
Bir ağrı sızım sızım yeri belirsiz
O da yalnız
Ben de yalnız
Acılar tütüyor bacamızdan
Görünmeyen taş duvarlar örmüşüz
Duvar olduk kendimize kendimiz
Ne yana dönsek
Kendimize çarparız

Aziz Nesin
Güneş altında söylenmedik söz yokmuş...
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi...
Ne gece, ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz...
Ben de söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde...
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Ben de susuyorum sevgimi saklayıp içimde...
Duyuyorsun değil mi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim...
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde...

Aziz Nesin

10 Nisan 2008 Perşembe

Ömer Hayyam

Süsle beze lokum gibi koy karşımıza
Esmeri de, beyazı da, pembesi de,
Baştan çıkar, yerlere ser bizi, öldür
Sonra çevir dört bir yanımızı bir sürü yasakla
Ona bakma, buna bakma, şuna bakma
Dolu tası eğri tut, ama içindekini dökme
-----------------------------------------
Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan
Yüreğine diken batmadan, vurulmadan.
Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş
Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan?
-----------------------------------------
Hem sana el değdirmeğe elim varmaz,
Hem sensiz aldığım nefes, nefes olmaz:
Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz:
Bir zehir zakkum ki tadına da doyulmaz.
------------------------------------------
Hayyam, günahım var diye tasalanma,
Bunun için dertlere düşmek boşuna.
Günah olacak ki Tarı bağışlasın:
Rahmet neye yarar günah olmayınca.
---------------------------------------
Gökleri yarıp darma dağın ettiğin gün,
Pırıl pırıl yıldızları kararttığın gün,
Sen sorguya çekmeden ben soracağım sana:
Ey Tanrı, hangi günahım için beni öldürdün?
---------------------------------------
Bir nakıştır varlığımız senin çizdiğin,
Şaşılası neler nelerle bezediğin;
Kendimi düzeltmek benim ne haddime:
Beni potadan böyle döken sensin.
----------------------------------------
Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende
Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde
İblis bir kadeh şarap içmiş olaydı,
Secdeye yatardı Adem'in önünde
-------------------------------------
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte;
Karanlık içindeyim, ışığın nerde?
Cenneti ibadetle kazanacaksam
Senin ne cömertliğin kalır bu işde?
-----------------------------------------
Dünya üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşek eşeği beğenir:
Hayır var sana "kötü" demelerinde.
------------------------------------------
Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırına ermişim az çok.
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş, hiç bir şey bildiğim yok.
----------------------------------------------
Cennette huriler varmış, kara gözlü;
İçkinin de ordaymış en güzeli.
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:
Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.
----------------------------------------------
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana da sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam oyum:
Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?
----------------------------------
Her gece aklım dalar gider engine.
Ağlarım, inciler dolar eteğime.
Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:
Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!
------------------------------------------
Ben ne camiye yararım, ne hayvana!
Bir başka hamur benimki, başka maya.
Yoksul gavur, çirkin orospu gibiyim:
Ne din umrumda, ne cennet, ne dünya!
---------------------------------------
Dün geldi: Nedir aradığın? dedi bana:
Bensem, ne bakarsın o yana bu yana?
Kendine gel de düşün, içine iyi bak:
Ben senim, sen ben; aranıp durma boşuna!
--------------------------------------------------------
Camiye gittim, ama Allah bilir niye:
Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.
Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden:
O eskidi gittim yenisini yürütmeye.

9 Nisan 2008 Çarşamba

Sevgi Duvarı

Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar, piyasalar, sanat sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi

Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, hızır paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpcülerin elleri
Çöpcülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Durduğum yer öyle açık seçik ki
Baş ucumda bir sen varsın bir de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

Can Yücel

Davet

...Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!...


Nazım Hikmet Ran

Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri-3

...Şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«- Ata binmesini de bilmezsin,» -- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
Ve ikiniz de uzaktasınız...

Nazım Hikmet Ran

(12 Aralık 1945)

3 Nisan 2008 Perşembe

Nietzsche



yalan söyleyene karsı tetikte olmaktansa beni aldatmalarına izin veririm..

-----------------------------------------------------------------------------------------
yükseldikçe uçma bilmeyenlere daha kücük görünmemiz kacınılmazdır.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Ümit mi? Ümit en son kötülüktür..! Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır!
-------------------------------------------------------------
Kişioğlu da ağaca benzer, ne denli yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o denli kök salar yere, aşağılara, karanlığa, deliliğe, kötülüğe.
------------------------------------------------------------------
Müzik temelde bizde belli bir oranda güç kazanan yaşam duygusunun özünde gizli olan acıyı anlatır; müziğin verdiği heyecanın yapısındada bu acıdan uzaklaşıp onu uzaktan izleme düşüncesi vardır.
----------------------------------------------------------------------------
Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.
------------------------------------------------------------
Bu da dahil tüm genellemeler yanlıştır.
----------------------------------------------
...Büyük kozmik söylem: "Ben vahşetim, ben kurnazlığım", vs., vs. Bir hatanın ve tüm acının sorumluluğunu üstlenme korkusuyla alay etmek (yaratıcının alayı). -Hiçbir zaman olunmadığı kadar acımasız olmak, vs. -kendi yapıtından tatmin olmanın en üst biçimi; bu biçimi, bıkmadan usanmadan yeniden inşa etmek için parçalar. Ölüm, acı ve yok olma üzerinde yeni bir zafer....
----------------------------------------------------------
Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir. Soğuk soğuk yalan söyler o; ve ağzından şu yalan sürüne sürüne çıkar; "Ben devlet ulusum ben" Yalan! yaratıcılardır ulusları yaratanlar.
---------------------------------------------------------------------------------
Derin olduğunu bilen kimse kolay anlaşılır olmaya calışır, kalabalıkta derin görünmekten hoşlanan kimse ise anlasılmaz olmaya calışır. Kalabalık dibini göremediği herseyi derin sanır cünkü.
-----------------------------------------------
Kişi, ışığını karartmayı da bilmelidir, böceklerden ve hayranlardan kurtulmak için.
---------------------------------------------------------------------
Aşırıya kaçmanın anası neşe değil, neşesizliktir.
---------------------------------------------------
Kendini görmezden gelmek -iyi görmek için gereklidir.
----------------------------------------------------
"Kahraman neşelidir" -bu şimdiye kadar trajedi yazarlarının gözünden kaçtı.
“Din, bunalmış mahlukun iç çekişi, merhametsiz bir dünyanın ruhu, akılsız bir dünyanın aklıdır. Toplumun afyonudur din.”

Marx