19 Ocak 2015 Pazartesi

Hoşgeldin...

     Evim, yerim, yurdum, erkeğim, sevgilim, hayat arkadaşım, ve şimdi de belki en gerçek söylenmiş haliyle "her şeyim"...

     Hayatlarımızı birleştirdiğimiz günden beri nasıl da küçüldü tüm çirkinlikler değil mi? Yüreğime huzur, hayatıma anlam getirdin. Hoşgeldin...

     Meğer o kadar meşgul imişiz ki; günlük ayrıntılar, koşturmacalarla... O kadar mutsuz edilmişiz ki; küçük hırslarını her köşede yolumuza koyuveren insanlarla... Tüm bu ıvır zıvır doluşmuş önümüze, canımızı, yüreğimizi sıkmış, hayat sanmışız...

     Oysa şimdi onlara bakınca, rüzgarda uçuşan yaprakları gibi hepsi, o kadar olağan, o kadar geçici...

     Sahiden, sanki sonbaharın ortasındayız, dışarıda deli bir rüzgar var. Kimi ardına almış rüzgarı daha hızlı koşmanın derdinde, kimi bir diğerini uzaklara savurmanın, kimi de ne yapacağını bilememiş savrulmakta. Herkes bu rüzgarı nasıl daha iyi kullanabileceğini, nasıl daha yükseklere uçabileceğini, nasıl "O"ndan "Bu"ndan daha iyi, daha hızlı, daha mutlu olabileceğini ya da öyle olmasa bile nasıl öyle görünebileceğini hesaplamakta.

     Biz ise bu hengamede içeri girmeyi akıl etmişiz, ne iyi etmişiz.

     Bakıyoruz onlara penceremizden; "Başarı" dediğin diyoruz, rüzgarı kırmak, ardına almak, fırtınalardan medet ummak değilmiş.  Meğer asıl başarı rakibini yenmek değil, bir rakibin olmadığını anlamakmış. Başarı dediğin bu fırtınanın kıyametin ortasında kendi dingin dünyanı kurmakmış, alıp kahveni eline, sonbaharda uçuşan yapraklara pencerenden bakmakmış.

     O gün; ben bu rüzgarın tam da ortasında heyecanla koşturan insanların ne yaptıklarını anlamaya çalışırken; o sımsıcak ellerini bana uzatıp beni içeri aldığın için çok teşekkür ederim. Gördüm ki; o zaman ellerin çoktan çözmüştü tüm bilmeceyi.

     Bir gün önce gelsen erken, bir gün daha beklesen geç olurdu. Hoşgeldin. Rüzgarlardan uzak evini, evimizi çok sevdim. Hoşbuldum...


12 Ocak 2015 Pazartesi

Kayboldum

Kayboldum...

Az bozulmuş bir sokakta bir yerde buldum kendimi.
Kayboldum ama öyle güzel kayboldum ki sorma.
Yürüdüm, dolaştım, oturdum, kalktım.
Pencereler gördüm, kediler gördüm, cumbaların altından geçtim.
Kaldırımlar yürüdüm, çocukları sevdim, çocuklara kızdım, insanlara kızdım.
İnsanlar gördüm, köpekler sevdim.

Kayboldum...

Bir sokağa girdim sonra,
Sokakta beni gördüm.
Bir tramvay geçti yanımdan,
Meryem'i gördüm diğer yanımda.
Uçsuz bucaksız bir Meryem...
Tramvayın ardında(n) evler gördüm.
Basamaklar, tahta kapılar, ketum tokmaklar...
Sonra pencereler gördüm yine, pencerelerden baktım,
İnsanlar gördüm
Mutlu, mutsuz, dinlenmiş, yorulmuş...
Öyle insanlar gördüm.
Onlar beni gördüler, sonra beni gördüm yine,

Kayboldum...

Pencerelerden bakıyordu, sessiz, kararsız...
İnce bir huzur vardı yüzünde.
İnce huzurlarda hep hüzün vardır diye düşündü.
"Eski bir anahtarım olsaydı" dedi, "şu kapıyı açsaydım,
Oturup cumbanın önüne penceremden baksaydım."
"Tramvayı görseydim" dedi, "ardında evler, insanlar görseydim.
Boylu boyunca Meryem'i görseydim.
Kediler, köpekler görseydim de sonra kendimi sevseydim..."

19.11.2013

9 Ocak 2015 Cuma

Hayat Bize Mutlu Olma Şansı Vermedi Sevgili

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili.
Biz kendimizden başka herkesin
Üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda, hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk.
Yüreğimizin yufkalığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak...
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım...

Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

Yılmaz Güney