3 Eylül 2011 Cumartesi

Baba ve Piç

"Bir varmış, bir yokmuş. Tanrı’nın mahlukları tahıl kadar çokmuş. Fazla konuşmak günahmış."

“...Kimindi hikayeler? Anlatanın mı, yaşayanın mı, devralanın mı? Söz ki kutsaldı, söz ki salt kün demekle koskoca kainatı ve dahi insanı oldurmuştu, peki söze dökülen hakikatler kimin malıydı? Hikayelerin sahipleri var mıydı?...”

"Dünyanın iki ayrı ucuna dağılmamışlar, bağlarını kopartmamışlar gibi; şecereleri kesintiler ve kopuşlar silsilesine dönüşmemiş, eksilen parçaların telafisi her zaman mümkünmüş gibi; kaldıkları yerden devam edebilir, geçmiçsiz hafızasız bir ebedi şimdi’de barınabilirlermiş gibi... İçinde yaşadıkları zaman bir masal zamanıydı sanki, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken... öylesine müsait silip silip yeniden şekillendirmeye, her an geri döndürülebilir bir çember... bir varmış bir yokmuş, belki de yaşananlar hiç yaşanmamış... Demek Mustafa Kazancı ailesini ziyarete gelecekti, evden ayrılalı yirmi yıl olmamış gibi..."

Bir tarafta mağrur laikçi modernistler konumlanmış. Burunlarından kıl aldırmazlar, tek bir eleştiri yapamazsın. Orduyla devletin yarsı onların arkasında. Öte tarafta muhafazakar gelenekçiler, Osmanlı mazisine hayran, onlar da atalarına laf ettirmez, eleştiri kaldırmaz. Halkla devletin geri kalanı onların arkasında. Ee, bize ne kalıyor?

Toplum ile benlik arsında derin bir uçurum, onun üzerinde de sarsak bir asma köprü varsa, umutsuzca ikisini bağlamaya çabalamak yerine, pekâlâ asma köprüyü yakıp Topluma uzaktan veda etmek suretiyle, ebediyen Benliğin tarafında kalabilirsin.

Elif Şafak
*Baba ve Piç