9 Mart 2009 Pazartesi


Türkiye ziyaretini izlediğim ilk Amerikan Dışişleri Bakanı Alexandre Haig’di. 1981 sonunda gelmişti.
Türkiye yangın yeri gibiydi.
Arkadaşlarımız içerde, işkencedeydi. Siyaset, sendikalar, basın tamamen susturulmuştu. Rejimin ipleri Washington’un elindeydi.
Gazeteciler, Haig’in ağzından “insan haklarına da biraz özen gösterin” türü bir cümle alabilmek için çırpınıyordu. Ama bu çabalar, “stratejik ortaklık bağı”nın duvarına çarpıyordu:
Sonradan ABD’nin o ortaklığa halel gelmesin diye nasıl NATO bünyesinde kontrgerilla teşkilatı kurduğunu, güvenlikçilere nasıl işkence kursları verdiğini, nasıl 1 Mayıs 1977 türü provokasyonlara imza attığını öğrenecektik.
* * *
Şimdi şu hale bakın:
Aradan 28 sene geçmiş.
Son gelen Amerikan Dışişleri Bakanı, Türkiye Başbakanı’nın eline bir “İnsan Hakları Raporu” tutuşturuyor.
İçinde ne ararsanız var: Basına baskılar, gözaltında kayıplar, işkence uygulamaları, yolsuzluklar...
Hele raporun “1 Mayıs bölümü”nü okuyunca aklım başımdan gitti:
“Kimliği meçhul kişilerin kalabalığın üzerine açtığı ateş sonucu 30’u aşkın göstericinin öldürüldüğü kanlı işçi bayramının yıldönümünde Taksim’e çıkan işçilere polis aşırı güç kullandı” diyordu rapor...
Kimlerdi acaba 31 yıl önce “Kahrolsun ABD emperyalizmi” diye yürüyen işçilerin üzerine ateş açan o “kimliği meçhul kişiler”?
O silahları nereden bulmuşlardı?
Nasıl öyle kolayca ortadan kaybolmuşlardı?
* * *
Devir değişiyor:
30 yıl önce “Katil ABD” diye yürürken katledilen işçilerin hakkını, bugün ABD Dışişleri Bakanlığı savunuyor.
Türkiye’de Gladio’yu kuran imparatorluk, şimdi yazdığı raporda “Ergenekon çetesi”nden söz ediyor.
Vereceği röportajda hangi soruların sorulup hangilerinin sorulamayacağına bizzat müdahale eden Amerikalı Bakan, Türkiye’ye basın özgürlüğü dersi ve “eleştiriye tahammül” mesajı veriyor.
Irak’ta aylardır insanlık tarihinin en büyük insan hakları suçlarını dünyanın gözü önünde işleyen ülke, Türkiye’nin insan hakları sicil amiri rolüne soyunuyor.
Ve Türkiye, “Acaba bize yine ılımlı İslam ülkesi” diyecek mi; “Nisanda ‘soykırım’dan söz edecek mi” diye, büyük müttefikinin ağzının içine bakıyor.
* * *
“Siz desteklemeseniz o darbeler olmaz, o işkenceler yapılmaz, bu hükümetler kurulmaz, basın özgürlüğü böyle ayaklar altında olmaz” diyemiyoruz.
“İnsan haklarını bir de Irak’ta 15 yaşında ırzına geçip öldürdüğünüz çocukların ailelerine sorun” demiyoruz.
Çünkü kendimizi içerde yalnız ve savunmasız hissediyoruz.
Sam Amca nihayet hakkımıza, hürriyetimize sahip çıkıyor diye mutlu oluyoruz.
Hillary Yenge AB reform paketini sordu diye seviniyoruz.
Tutuklu Ergenekoncu “Valla Amerikancıyım” diyerek tahliye oluyor.
Sıkıştırılan medya, hükümete yapılacak dış baskıdan medet umuyor.
İşçiler, 30 yıl önce “Kahrolsun Amerika” diye yürürken üzerlerine kurşun yağdırılan meydanda, “Yaşasın Obama” pankartıyla yürümeye hazırlanıyor gelecek 1 Mayıs’ta...
Acınacak halimize gülüyoruz.



Can Dündar

1 yorum:

#fatma# dedi ki...

bu kadar güzelini ancak Can Dündar anlatırdı...sevgiler