21 Ekim 2010 Perşembe

16 Eylül 2010 Perşembe

(...)ala gözlü nazlı pirim
gönül senin pervendedir
ben severim sen kaçarsın
iman senin nerendedir(...)


(...)derviş alim der övdüğüm
aşkın hayalin kurduğum
suç benim değil sevdiğim
sana meyil verendedir(...)


Hozatlı Ahmet Dede

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Reading Zindanı Baladından

I
* * *            
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

(…)

V
Yasaların yargısı doğru mudur
Ya da yanlış mıdır bunu bilemem;
Bildiğim tek şey bu hapishanede
Demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,
Bir yıl kadar uzundur her geçen gün
Yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.

Kabil'in Habil'i öldürdüğü
Günden beri hiç dinmedi acılar
Çünkü insanların insanlar için
Koymuş olduğu bütün yasalar
Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
Taneyi eleyip samanı tutar.

Bildiğim başka bir şey daha var
-Ki bilmeli benim gibi herkes de-
İnsanın kardeşlerine ettiğini
İsa Efendimiz görmesin diye
Utanç tuğlalarıyla, parmaklıklarla
Örüldü yapılan her hapishane.

Parmaklıklar güneşi engelledi,
Kararttılar tatlı ay ışığını,
Cehennemi böyle ört bas ettiler
Yaptıkları bütün iğrenç şeyleri
İnsanoğlundan, tanrının oğlundan
Gizlemeyi ustaca başardılar.

Zehirli otlar gibi kötülükler
Büyür hapishanenin havasında,
Yok olur burada harcanıp gider
İyi olan ne varsa insanda:
Kapıyı tutar soluk bir keder
Umutsuzluk bekçiliğini yapar.

(…)
VI
O Reading zindanında Reading iline yakın
Şimdi bir çukur vardır çok alçakça bir çukur,
Bir mutsuz adam şimdi yatmaktadır orada
Alevin dişleriyle delik deşik olmuştur,
Yatmaktadır yakıcı bir kefene sarılmış
Mezarında ad yoktur.

İsa çağrısına dek, ölülerin orada,
O, sessiz yatacaktır:
Hiçbir gerek yok artık aptalca gözyaşında,
Ve onun için artık sızlanmak boşunadır:
Sevdiği bir kadını öldürmüştü bu adam,
Bu yüzden asılmıştır.

Ama herkes de gene sevdiğini öldürür,
Bu böylece biline,
Kimi bunu yüklü bakışlarıyla yapar,
Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür,
Korkak, bir öpücükle,
Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür.

Oscar Wilde

16 Temmuz 2010 Cuma

"...Hep bir gölgeyle saklandı yüzüm farkedilmedim
Kimi mutluluktan derdi kimi umutsuzluktan
Bense bilirdim senin gibi, yıllar öncesi
Alnımda seken bir kurşunun parlamasından
Alnımda seken o kurşunun
Beni hayata bağışlamasından..."

Tuğrul Asi Balkar

Devran Buyurdu Bize!

Devran buyurdu bize şarkı söyleyin!
Ve kesti dilimizi kökünce.
Devran buyurdu bize su gibi akın!
Ve tıpa soktu tüm deliklerimize.
Devran buyurdu bize kalkıp oynayın!
Ve iğneli fıçıyı giydirdi bize.
Ve sonunda ey devran! al sana,
Dışkının dik alası, buyursana!

Paris 1922

Ernest Hemingway

14 Temmuz 2010 Çarşamba

"Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı!"

Kafka

25 Haziran 2010 Cuma

...Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe...

Hasan Hüseyin Korkmazgil
Sequoia bu ödülü diğerlerinin yanında benim bloguma da layık görmüş. Nasıl sevindim, nasıl mutlu oldum anlatamam. Çok çok teşekkür ederim.

Benim de bu ödüle layık gördüğüm blog arkadaşlarımı belirtmem gerekiyormuş. Zevkle:

http://ikinciperde.blogspot.com/
http://yeraltindansiirler.blogspot.com/
http://metebilge.blogspot.com/
http://rock-okulu.blogspot.com/
http://oguzhankeskin.blogspot.com/
http://benbugunbunuogrendim.blogspot.com/
http://lanetlikule.blogspot.com/

Hadi bakalım.. :)

24 Mayıs 2010 Pazartesi

"aslolan hayattır
bir akvaryumu yazmak,
akvaryumda yasamaktan kolaydır
bu yuzden her dize biraz eksik
her siir biraz yalandır..."
--------------------------------------------------------------------------------------------------

Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun;
seni soruyorum
hiçbir şey bilmiyorsun…

Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım;
sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın...

Tükenişi bir aşkın,
bir nehrin tükenişine benzer.
Ne deniz olabildin,
ne nehir kalabildin...

Kendin ol, kendin ol…
Sen buysan başkası ol!

Buysan kederden öleceğim,
başkası olursan de kimi seveceğim?

/Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen;
oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen./

------------------------------------------------------------------------------------------------

arınıyor, deviniyor gökyüzü
toz
ve ter karışıyor hayatıma
uzak git bölünüp dağılan
eksilip savrulan ne varsa!
...
merhaba doğrulup dirilten yanm
ve deli dizelerime biriken çığlık
merhaba
uğultusu rüzgarların bahar akşamlarında
arnyor, deviniyor gökyüzü
akıyor zaman
sevdalar karışıyor hayatıma

Yılmaz Odabaşı
Kayboldum
Bir köpeğin bir çocuğu beklediği gibi
Hasretle kamaşık yüreği

Kayboldum
Bağırırlar, seslerinin yankısı
Dönemez bir türlü

Kayboldum
Çevrilir sayılar sonuncuya değin
Ansımaz sonuncu kaçtı, biter telefon

Kayboldum
Herkesin adı okunur, düşmüştür onunki

Kayboldum
Yıllarca beraber uyumak uyanmak
Suya ve ekmeğe uzanmak birlikte
Tartışmak, küsüşmek, sevişmek
Ama sevda nerde sevda nerde

Kayboldum
Kimlere hüzündü kimlere nostalji
Kimler tutkun idi kimler unuttu

Siz hepiniz ölüleri ve mezarları seversiniz
Çoğa sürmez bir gün ben de beklerim

Gülten Akın

12 Mayıs 2010 Çarşamba

...Aciyorsam sana anam avradim olsun,
Ama ask olsun sana çocuk, ask olsun!..

Can Yücel

6 Mayıs 2010 Perşembe

Turgut Uyar

Ak odada oturur
Kapısı penceresinden çok

Gözlerinde yıldızlar
Serin yerde durur

Bir elinde kadeh
Öbürünü yarasına bastırır

İnşaattan ses gelir
Bir şeyi okşar gibidir

Uzanıp durmuş mahçup
Işığagöçerin şarkısı

Dönülmez dizeler içinde
Onunkiler gülaçılır

Öldüğü gün
Hepimizi işten attılar

Cemal Süreya

2 Mayıs 2010 Pazar

Çağrılmayan Yakup


I

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çagrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım

Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım

Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi.

Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaslı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Bilmiyorum
Bilmiyorum, bilmiyorum
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
Onlar işte hep boyuna koşuyordu
Birileri çıkıyordu ordan burdan

Hiç çıkmamak halinde ve olgun
Birileri çıkıyordu
Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
Bir pencerenin sokağa doğru içinde
Bu uyum korkunçtur Yakup!
Yakubun olması korkunçluğudur bu
Dünyanın insana doğru içinde
Yakup, Yakup!
Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum
Lambayı söndürmesinler, geliyorum
Siz bütün lambaları yakın, evet
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp degil ya
Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
Bir ölünün günü boyayan renginde
Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
Kayalardan dondurmalar sorduğum
Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
Kim bilir ne diyordum
(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
Bir baykuş tarafından
Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
Ben ne oluyordum.)

Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
Bunu Yakup söyledi
Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense
Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
Kızgın kağıtların üstüne
Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
Ölüyordu ve bir de
Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
Kendimi koruyordum
Bunu bana Yakup söyledi
Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup
Ben
Bunu hep biliyorum
Bunu hep biliyorum ve işte
Özgürüm, cezasız duruyorum.

II

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.

Taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
Eski taş merdivenleri. Yanımdan bir sürü adam
Geçti ve kolayca gittiler
Müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
Yanan güneşin altında
Onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
Ve sordum
Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun
Ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
Yakup ve onlar nasıl olsunlar. İşte ben taş merdivenleri
Kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
Durmadan kendimle karıştırıyordum
Kimse beni tutup çıkarmıyordu
Vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
Anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
Yoruldum! bunu sanki biri söyledi
Yakubun biri
Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Kendime bir isim düşünerek
Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır bu kimse değil
Ancak gelebildim

Aşağıda bir luna park kımıldıyordu. Ah kurbağalara bakmam gecikecek
Luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
Bu uyum korkunçtur Yakup
Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup
Yakuup!
Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup
Kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
Nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
Güneşe kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını cök yakıyordu ki
Adam içinden bağırdıkça dünya
Ters yonden yaratilıyordu, diyebilirim
Bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
Kan kalp
Kırmızı top
Yakıcı dönüşümler çıkaran
Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
Öyle değil mi Yakup
Hemen hemen öyleydi, Yakup bunu söyledi
İyi ki söyledi. Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
O benim ayaklarimı.. taşlardan
Bir kurtarabilsem
Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Bir zamansızliğın Yakuba doğru içinde
Saat on yediyi ve yirmi biri
Gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Her saniyedeki ve işte her saniyedeki
Ben, yani Yakubun o dağılgan şekli
Nerdeydim.

Bilmem ki. Bir avukat benim ellerimi tuttu. Gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
Kim bilir bir çağın neresinden burada. Anlaşılması
Yoktu ki. Kendine özgü bir duruşu
Yoktu ki. Pek güçlü kolları vardı yalnız
Ne diyordum, ben işte Yakup
Çekiverdi beni taş hamurun içinden
Pek öyle gürültüyle değil
Bir başka yapışkanlığın içine
Çekiverdi beni
Göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
Sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
Kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
Bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
Onu ben çok iyi görüyordum. Ama çarşaflar, öyle bir takım
kıpırdanmalar
araya
giriyordu
Engelliyordu bizi
Ter içindeydik. Ellerimden çekiyordu. Ter içindeydik
Beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi Ben'i
Ter içindeydik
Terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
Üstümüzde olgun ve kararsız su tanecikleri bulunan
Biz Yakup
Biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
Kurbağalara geldik.

III

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Masalarda oturmuşlardı. Ben oradan geliyorum
Yazı makineleri, kağıt sesleri
Ben oradan geliyorum.

Önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
Sonra bir yer bulup oturdum. Hadi bir sigara iceyim dedim
Olmaz, dedi mubaşir kıliklı kurbağanın biri
Belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi
Öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
Bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
Olmaz ki, Yakup!
Peki Yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
Herkesin durduğu bir yere gittim. Ben Yakup
Ya onlar kimdi
Aralarına aldılar beni. Artık ben hiçbir şey göremiyordum
Biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekce bir yere oturmuş
Onu ben duyuyordum
Duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
Ve "Yakup" sesini ancak anlıyordum. Yakubun ötesinde
Birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
Anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
Sonra bir sey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış
olmalıyım
Ben, yani Yakup
Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
Diye düşündüm ya ben
Ben, yani Yakup
Butun gücümle bunu bağırdım
Ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
Bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
Daha başka yerlerime de baktılar
Sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
Ben, Yakup, beni hiç kimse çağırmadı
Sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. Şimdi
Hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
Yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
Ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
Bağırdım, bağırdım, bağırdım
Tanrının ayak izleri!
Tanrının ayak izleri!

IV

Kurbağalara bakmaktan geliyorum. Ben Yakup
Bunu Yakup söyledi
Yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
Gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
Bir kırlangıç onu kirletmese
Ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
Onları hiç sevmem
Ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
Odamın düşünülmesi halinde bile
Kimseler yoktur
Biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
Ve biraz da çarşılar
Ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
Bitmesin
Çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
Kirli ve eski
Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
İntiharlara doğru büyüyen içinde
Ben, yani Yakup
Kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
Açgözlü, mor kurbağalara
Akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki
Bir bardak da süt içeceğim. Sonra
Bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
Ben
Gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup
Uyumak istiyorum.

Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.




Edip Cansever

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Münacat


birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri
gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri

kentleri ve kasabaları ve köyleri çevirdik senin adına
kapıları tutmaktan artık herkesin nasır oldu elleri

olsun daha da tutarız sen varsan düşüncemizde ama gel
tutarız karaları ve denizleri ve yaşayan yürekleri

kendin karşı koydun yaptığın saraylara zindanlara tellere
yine kendin kullan artık kendi yaptığın tüfekleri

bozgun bir şubat sensin, ekmek ve kan senden, ekim sensin
nerende taşır büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri

hatırla, kendini hatırlat, o büyük haklılığı denize giden
hatırla, karada ve denizde onardığın her yeri

hatırla, karada büyük taşları üstüste kodun, hatırla
yürüttün canalıcı denizlerde cesur gemileri

«...senin hüznün bir yazgıdır, bir eski zamandır
büyüksün artık büyük dirimine beni inandır

bir değişmezlik sanırsın çoktan beri her şeyi oysa
bir vakitler güneyde öyle kötü kullanılmış ki...»

gecikmiş bilgeliğin yaşamış bir eski ağacı hatırlatır
ki sen emzirirsin duyguyu, sen beslersin kalemleri

sen yarattın, sendeyiz, suyumuz, toprağımız kanımız
senden ey yüce bekleyiş, sanki bu kalın eller kimin elleri

artık bize soluk ver, bizi besle, kendini hatırla
ey biraz yavaş, biraz kutsal, beklerken az sevinçli

seni bağışlamam çünkü ben büyük bir dirim taşırım
çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri

biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz
ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri



Turgut Uyar

21 Nisan 2010 Çarşamba

Düşüncelerimin Başucunda



Hasretimin yıllardanberi bel bağladığı..
İşte odur düşüncelerimin başucunda.
O, göğsünün taşkın hareketi avucunda,
Gözlerinde rüyaların gülüp ağladığı.

Kendi bahçesidir onun içinde gördüğüm.
Yollar yine her günkü gibi yaz uykusunda
Ve yaban çiçeklerinin buruk kokusunda
Her ikindi günlük rüyasını gören mürdüm.
Onun da dudaklarında bir eskiye dönüş,
O da yüzmede bir ses yığını üzerinde.
Bin hatırayı bir anda duyan gözlerinde
İnsana ruhlar dolusu haz veren düşünüş.

Sonra kızlık kadar temiz, aydın bir açılma:
Evine giden toprak yolda o yine çocuk,
Yine uykuyla başlıyan alemde yolculuk
Ve taptaze sabahlar kayısı dallarında.
Hasretimin yıllardan beri bel bağladığı..
İşte odur düşüncelerimin başucunda.
O, göğsünün taşkın hareketi avucunda,
Gözlerinde rüyaların gülüp ağladığı.


Orhan Veli Kanık

16 Nisan 2010 Cuma

Dargın Bir Akşamüstü

Dargın bir akşamüstü.
Süheyla' nın beyaz göbeği ve ılık bira.
Uzaktan gelen pişman bir mırıltı,
Yalnızlık ney üflüyor iliklerime...

Tüm yük gemilerinin inadına, mavi deniz.
Durgun. Hayatı yutmuş bir ihtiyar kadar.
Boğazında kalmış kadar sessiz.
Köşebaşındaki şarapçıyla dertleşir gibi(ki sadece o duyabilir denizi)
Hüzünlü bir gülümseme yüzünde.
"Hey gidi hayat" der gibi ölüm döşeğinde.
"Yaşa(n)mış" gibi...

Elinden alanlara cimri değil bu yüzden,
Yorgun, kalanından ötesinden vazgeçmiş gibi.
Gülümser, cebinde biriktirdiği taşları, göğsünde sektiren oğlancığa.

El değiştirir güneş.

Vazgeçse de bırakmazlar.
Yakasından tutulmuş, ölmeye çabalayan bir ihtiyar gibi deniz.
Bunayarak rahatlar ancak.
Ciğerine dolanan ağları tanımaz artık.
Yunuslar dürter dalgalarını, ruhu duymaz.

Tuz bastığı yüreğinde, inadının tersine giden gemiler öldürür onu.
Çığırtkan bir köpek ulaştırır haberini dağlara.
Dağlar durur.
Aynı hikayeyi dinlemiş gibi milyonlarca kez,
Aşınan eteklerine ağlar durur.

"Bir nefeste yarılar cigarasını" şarapçı ...

...

14 Mart 2010 Pazar

Japon Balıkçısı

Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.


Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.

Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.

Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür...

Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.

Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?

(1956)

Nazım Hikmet Ran

9 Mart 2010 Salı

Her kıvrımı ayrı bir dizede güzellenmiş,
Bir balerine dönüşür koynumda.
Güvercinka...
"...'Sakın', dedi kendine, 'korkma'. Bir hafta önceydi, anlamıştı. İnsan çok yalnızken, bir tane daha doğuruyordu içinde, 'korkma' desin diye..."


"...Bir gün, bu Batılı Müslümanların İslam'ın içindeki bu turist hayallerini, Mevlana'yı okuyup İslam'ı Budizm gibi bir uysallık olarak anlatmalarını, Batılı'nın İslam'ın esmerliğini nasıl sıyırıp beyazlattığını, 'İslam inancının çeviride kaybolan katılığını' bir yerlerde, muhakkak akademik bir makaleyle, ama nasıl, yazması gerektiğine takıldı kafası..."


"...Herkesi olduğundan daha kahraman yapar Beyrut..."


"...Zenginlerin böyle tuhaf bir yanı vardır Filipina. Yoksulluğun üzerini üniformalarla örterler. Sanırım birinin kendilerine kölelik etmesi fikri rahatsız ediyor onları. O yüzden bir insandan başka bir şeye benzetmeye çalışıyolar hizmetkarları. Üniformalar bu işe yarar, sakın unutma bunu ve asla üniforma giyme..."


"...Kadında zaman geçmez. Sakın bir gün iyileşmek için zamana güvenme..."


*Ece Temelkuran
Muz Sesleri

2 Mart 2010 Salı

05/03/1938

Nazım’cığım,

Üzülme.sen orada sıkıldıkça biz burada daha çok azap çekiyoruz.

Bilirsin,benin güzel bir huyum vardır,her felaket karşısında taş kesilirim.Sen de öyle yap,üzülmekle, sıkılmakla eline bir şey geçmez.Bizi düşünme, ben her işi düzeltirim.Çocuklarının başında ben varım. Yoksa bana itimadın yok mu?

Sıkılma. Sana kitap gönderdim,onları oku, vakit geçirmeye çalış. Çok sinirlendiğin zaman beni hatırla, sen orada sıkıldığın zamanlar,ben burada duyuyorum, hastalanıyorum.

Bir defter al, hatıralarını her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır.

Beni şimdiye kadar hiç üzmedin, böyle kötü şeyler düşünme.

Güler yüzlü olur muyum, bilemem ama,senin yanında her zaman dünyanın en bahtiyar kadını idim, öyle de kalacağım.Kocasından,on sene sonra, atıldığı hapiste hala aşk mektupları alan kadının bahtiyar olmaması için ancak deli olması lazım. Sen en güzel senelerini bana verdin, en güzel aşk şiirlerini bana yazdın, bütün eserlerinde benden bir parça var.

Yüzündeki birkaç çizgi de benim yüzümden olmadı mı, Nazım?

Seninle ben aynı insanız gibi geliyor bana, sen ağladığın zaman ağlamak,güldüğün zaman da gülmek istiyorum.

Suçsuz olduğun artık bence malum.Mektubun ferahlattı beni.

Şimdi sevinçle, üzülmeden,kendimizi oyalayarak çıkacağın günü bekleyelim. Sabırlı olalım, elbette bir gün bu cezayı kafi görecekler.

Çocuklar ve evdekiler mektup yazdılar,gönderiyorum. Haber’den on beş lira aldım.Vedat’ın borcunu ödedim.Param var.Merak etme.

Gözlerinden, ellerinden Öperim.

Piraye

On lira ile ayakkabıları gönderiyorum.


*Nazım Hikmet, Öteki Defterler

25 Şubat 2010 Perşembe

...Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının

Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında

Kim bilir kaç yunus görmüş
kaç deniz gezmiş...

Sunay Akın

21 Şubat 2010 Pazar

"...bir sur harabesi üzerinde çıkan bir yabani incir ağacı gibi, biraz
sıkıntılı ve şekilsiz, fakat serbest ve istediği gibi..."


Kuyucaklı Yusuf
Sabahattin Ali

*Sabahattin Ali Yusuf'u tanımlar.

16 Şubat 2010 Salı

"...Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten
vazgeçtim..."


Bertolt Brecht

6 Şubat 2010 Cumartesi

" erdemlerin tümü züğürtlük, kirlilik ve acınacak bir rahat düşkünlüğüdür... ey erdemden söz açanlar, bütün erdemleri uyumaya
yollayın... ben ne değilsem erdemim odur... en büyük kötülük, en büyük iyilik için gereklidir... yaratıcı olmak isteyen önce yıkıcı olmak, değerleri yıkmak zorundadır... yaşam bana şu sırrını verdi: bak, ben daima yenmek zorunda olanım... erdem dedikleri, gerçekte korkaklıktır... şehveti, hükmetme isteğini, bencilliği üç büyük kötülük sayarlar. gerçekte bunlar üç büyük iyiliktir, üç büyük mutluluktur... gerçekte bencilliğe erdem denmeliydi. çalmamalısınız, öldürmemelisiniz sözleri bir zamanlar kutsaldı. ama ben size soruyorum: doğada hırsızlık ve öldürmek yok mudur? parçalayınız kardeşlerim, eski levhaları parçalayınız."

Nietzsche

5 Şubat 2010 Cuma

"Artık vakit geldi! Gömleği
giydirelim, ha, ne dersin?"


Deniz'in ardında bıraktığı geçmiş
Hüseyin'in inancı
Yusuf'un aslanı
"ve bir gün mutlaka"
Hepsi o!

Yusuf'un ardında bıraktığı aslan
Deniz'in geçmişi
Hüseyin'in inancı
"baba, her biri oğlun sayılır"
Hepsi o!

Hüseyin'in ardında bıraktığı inan
Deniz'in geçmişi
Yusuf'un aslanı
"ben şimdi savaşmasam,
ilerde kimse..."
Hepsi o!

Artlarında bıraktıkları
Ben sen o biz siz onlar
Yaşayan
Yok kimse başka
Yok kimse artık

-Duydum Deniz'in sesini:
"Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili"

Yanıtladım ben de:
"Türkiye'nin üç tarafı..."
Hepsi o!

Tuğrul Asi Balkar

6 Ocak 2010 Çarşamba




"...İnsanoğlu hayatta o kadar çok acı çeker ki; canlılar arasında yalnız o, gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır..."




*Nietzsche,Friedrich. Böyle Buyurdu Zerdüşt

28 Aralık 2009 Pazartesi

Gidiyordun, ardından yağmurlar gidiyordu...
Bir menekşe büktü boynunu, ıslak...
Sen gidiyordun.
Kışın soluğu vurdu yüzüne,
Menekşe düştü.
Sen gidiyordun...
Gittikçe yaklaştı bulutlar, gittikçe yaklaştı
Gittikçe...
Sen gittin.
Öyle kör, öyle ıslak...

Bir sel alıp götürdü yüreğimizi
Kavuştuk bir dereye
Sonra lacivert bir denize...
Gittikçe soğudu bulutlar, gittikçe...
Gemiler gidiyordu.
Bir martının çığlığı düştü denize...

2 Aralık 2009 Çarşamba

Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri- 6

Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...

Nazım Hikmet Ran

19 Kasım 2009 Perşembe

O günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç

dünya için. Rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.

Kıvrılıp giden dalgın bir yol, yolda eski bir taş,

Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.



Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.

Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,

iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,

İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.



Bir siyah beyaz kare içinde, hepsi hepsi bir hatıra işte

Bıraktın, unuttum, unutuldum.



Seni kırdığım yerden beni de kırdılar,

Ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni.

Birhan Keskin

5 Kasım 2009 Perşembe

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki aşktan bir leke,
Kazındıkça kendini temize çeken
Gizlice. Sürtündükçe kıvılcımlar saçan
Çakaralmaz renk cümbüşü işte.
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Reddedemem önerinizi,
Paylaşalım elbette:
Lekeniz sizde kalsın,
Ben aşk'ı alırım sadece.

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki iki soluk arasında
Gelip geçen zaman.
Hangisi ölüm hangisi yaşam?
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Yaşadığınız bir ömür değil mi?
Seçimi siz yapsanız, istediğiniz sahneyi seçseniz:
İster ilkincisi olsun ister sonuncusu fark etmez ki,
- Başarımızı arttıracaktır provalardaki performansınız -
Artanıyla yetinirim zaten ben, ilk gösteri için
siz önden buyrunuz lütfen!

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki korkusuz ve kuşkusuz bir aşk,
Başdöndürücü ve anısız,
Fısıldaşmaları dalgınlıklara takılı.
Ya sizinki?

Hala anlamadınız mı?
Demiştim:
Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Aşk'ı bana terk etmiştiniz zaten,
Üstü...kalabilir sizde...


Tuğrul Asi Balkar

27 Ekim 2009 Salı

MENDİLİMDE KAN SESLERİ

Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.



Edip Cansever

26 Ekim 2009 Pazartesi

born like this
into this
as the chalk faces smile
as Mrs. Death laughs
as the elevators break
as political landscapes dissolve
as the supermarket bag boy holds a college degree
as the oily fish spit out their oily prey
as the sun is masked

we are
born like this
into this
into these carefully mad wars
into the sight of broken factory windows of emptiness
into bars where people no longer speak to each other
into fist fights that end as shootings and knifings

born into this
into hospitals which are so expensive that it's cheaper to die
into lawyers who charge so much it's cheaper to plead guilty
into a country where the jails are full and the madhouses closed
into a place where the masses elevate fools into rich heroes

born into this
walking and living through this
dying because of this
muted because of this
castrated
debauched
disinherited
because of this
fooled by this
used by this
pissed on by this
made crazy and sick by this
made violent
made inhuman
by this

the heart is blackened
the fingers reach for the throat
the gun
the knife
the bomb
the fingers reach toward an unresponsive god

the fingers reach for the bottle
the pill
the powder

we are born into this sorrowful deadliness
we are born into a government 60 years in debt
that soon will be unable to even pay the interest on that debt
and the banks will burn
money will be useless
there will be open and unpunished murder in the streets
it will be guns and roving mobs
land will be useless
food will become a diminishing return
nuclear power will be taken over by the many
explosions will continually shake the earth
radiated robot men will stalk each other
the rich and the chosen will watch from space platforms
Dante's Inferno will be made to look like a children's playground

the sun will not be seen and it will always be night
trees will die
all vegetation will die
radiated men will eat the flesh of radiated men
the sea will be poisoned
the lakes and rivers will vanish
rain will be the new gold

the rotting bodies of men and animals will stink in the dark wind

the last few survivors will be overtaken by new and hideous diseases

and the space platforms will be destroyed by attrition
the petering out of supplies
the natural effect of general decay

and there will be the most beautiful silence never heard

born out of that.

the sun still hidden there

awaiting the next chapter.



Charles Bukowski

11 Ekim 2009 Pazar

Yok´u
Yok eden
Var oldu : akıl
Renkten,sesten,rahiyadan
Mest oldu akıl,
Kendini inkar etti.
His,sevgi,aşk yolunda
Yok´a döndü akıl,
Yok´a vardı.
Yok´un yok´u var:
Varlık.
Var´á vardı akıl,
Yok´dan bir kadın,
Var´dan bir erkek.
Çok çocukları oldu,
Rivayete göre
Bahtiyar yaşadılar.


Arif Dino

5 Eylül 2009 Cumartesi

Küçüğüm, bu senin sesin, güzel ırmak
Önce rüzgârın öptüğü, sonra benim öptüğüm
Bu bitmemiş şiirler senin ayakbileklerin
Soluğun, kokun, karnın, gölgeli gözlerin
Bu böyle çözülü göğsün, enine boyuna dudakların
Sabahlara kadar ki büyük gözlerin böyle
Bu dal gibiliğin, saçların, kırmızı ağzın
Bu üstünde onca seviştiğimiz yatak sonra
Sonra bu benim anı artığı eski yüzüm
Tüylerin, tay boynun, küçücük çocuk ellerin
Böyle yukarıdan aşağı gidiyorum seni
Karışıyor, korkunç, ellerimiz ayaklarımız

İlhan Berk

31 Temmuz 2009 Cuma

Fakültenin Önü

Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı

Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler
Tığ teber şahı merdan
"Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar müslüman."
Ve de kanlı bıçaklı düşman
........................
........................
Gökler ışıyordu yer yer
Ortalık ala şafaktı.

-------------------------------------------------

...Kan giderdi
Bir yanda
Yaşamak
Kan gider
Kan revandı
Bir yanda ölüm
Hayırlıydı
Yaşamaktan
Bir yanda
İçi sevdalarla
Dolu
Yemyeşil
Bir daldı.
Ve ölüm ile
Sevda ile
Dönerdi devran. ...

Enver Gökçe

24 Haziran 2009 Çarşamba

...Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu

Düşler marketinin,

Uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!...

Nilgün Marmara

17 Haziran 2009 Çarşamba

The birds they sang
at the break of day
Start again
I heard them say
Don't dwell on what
has passed away
or what is yet to be.
Ah the wars they will
be fought again
The holy dove
She will be caught again
bought and sold
and bought again
the dove is never free.

Ring the bells that still can ring
Forget your perfect offering
There is a crack in everything
That's how the light gets in.

We asked for signs
the signs were sent:
the birth betrayed
the marriage spent
Yeah the widowhood
of every government --
signs for all to see.

I can't run no more
with that lawless crowd
while the killers in high places
say their prayers out loud.
But they've summoned, they've summoned up
a thundercloud
and they're going to hear from me.

Ring the bells that still can ring ...

You can add up the parts
but you won't have the sum
You can strike up the march,
there is no drum
Every heart, every heart
to love will come
but like a refugee.

Ring the bells that still can ring
Forget your perfect offering
There is a crack, a crack in everything
That's how the light gets in.

Ring the bells that still can ring
Forget your perfect offering
There is a crack, a crack in everything
That's how the light gets in.
That's how the light gets in.
That's how the light gets in.

L.Cohen

12 Haziran 2009 Cuma

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

Mevlana

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Yazılmamış Efsane

Kanayarak kandı kana kana
Günyüzü çığırtkanı
Ağıtlar çığırtırdı karanlık odalarda
Bir kardelen gibi savaşçı
Her ölüşte güneş doğarken
İndirdi güneşleri birer birer
Karartarak gökyüzünü
7 Bıçak'lık aydınlığı bulmaya
SUSKUN
Ve çaresizlikti devası
Derman kapıları sıkı sıkıya kapalıyken
Bir ölüm sesi edalı
Bir yolu yolsuzluk
Bir dizleri kanalı
Elleri keder kınalı
Dudakları hüzün kurulu
Gözleri kızıl buğulu
Ruhu gezinmez, tutuklu…

Kana kana, kanadı, kanarak
Bir onun için yalan hakikat
O'nun için bir yalan sahi
Başı kandan bereli
Yüreği aktan sızılı
Canı intihar soylu
Soyu kahraman boylu
Yüzünde bir görünmez dövme
Bir karanlıkta parlar,
Bir her ölüşte...
Homeros'un yazamayacağı
Sultanlara sunulamaz efsane
Hiç gülmedi ki
Yüzündeki hafif gülümseme
Hiç silinmedi ki alnındaki Zülfikar
Hiç oturmadı ki başına bir söğütün
Hiç tutmadı ki yasını bir gömütün
Hiç sevilmedi ki...

Hep aşık olundu...
Hep yalnız kal'ındı...

Yeryüzünde ölülerle paylaştı ancak azığını
Dinledi hikayelerini
İçti gözyaşlarını
Ve çıkarıp alnından Zülfikar'ı
Yardı döşünü
Kırdı göğüs kafesini
Çıkarıp kan kızıl yüreğini
Attı Fırat'a
Vardı Yedi denize
Çıktı gökyüzüne
İndi yeryüzüne
Kendi elleriyle kazıp kendi mezarını
Kaf Dağı'na gömdü cesedini...

Kanı çiçeklere sudur
Bereleri yaralara deva
Eti tohumlara gübre
Ağıdı rüzgarlara türkü…
Ruhunun zinciri boşandı
Ne yerde uçar
Ne gökte yürür...

Mavi de değil, mavi bile değil ki


Ben ki küçükken vuruldum
Öldüm havaya savruldum
Küllerimden kendimi doğurdum
Tuttum bir sürüye katıldım
Kaf Dağı'na varmadan ayrıldım
Ayrılıp rüzgarlara sürüldüm…
Fırat suyu içtim
Söğüt yaprağı yedim
Bir yüreğin sezisine vuruldum
Vurulup yere düştüm
Kanatlarımı yaktı güneş
Bağrıma saplandı 7 Bıçak
Bağıracakken sustum
Yüreğime değen 7 Bıçak
Baktım, aradığımı buldum
Ben bundan sonradır
Ağzım dilim lal
Ben bundan sonradır
Her acıya güldüm...

Kana kana. Kanarak. Kanayarak.

Oğuzhan Keskin

*Okunulası insan,edebiyattaş...


Suskun Histeri

19 Mayıs 2009 Salı

Utanıyorlar mıdır acaba şimdi? Hani o, ziyaretine gelenleri selamlamak için başını, boynunu sarıp cama çıktığında, “Hayatını örtü düşmanlığına adadı. Ömrünün son döneminde başörtü takmaya mecbur kaldı” diye yazanlar...
“Evi basıldığında ağır hasta görüntüsü vermişti, tarikatlara söverken ise turp gibiydi” diye yalan düzenler...
“Konu Müslümanlık olunca hastalığını unutuyor” diyerek onu hedef gösterenler...
“Battaniyesini atıp konsere koştu” başlığıyla onu kendileriyle karıştırıp takiyeci ilan edenler...
Evini basıp 20 yıllık ajandalarını götürenler...
Din, her şeyden önce vicdansa...
Yürekleri hepten çöl olmadıysa...
Şeytan ruhlarını esir almadıysa...
Vicdan azabı çekerler mi?
Bir özür dilerler mi?
* * *
Türkan Saylan, bu ülkenin yüz akıydı.
Ancak samimiyetle inanmış insanlarda rastlanabilecek bir feda kültürünün son temsilcisi...
İnsanların yardımına koşmak, cehaletle savaşmak uğruna koşulsuz kendinden vazgeçecek bir örnek insan...
İçi boşaltılmış “ahlak” kavramının etten, kemikten hali... Demokrasiden taviz vermeyen laiklik hassasiyetinin sesi...
Bir eğitim mücahidi...
“Annesi Hıristiyan, kendisi misyonerdir” diyenler annesinin Müslümanlığa geçiş belgesi karşısında başlarını öne eğmişler midir acaba?
“Kendini acındırmak için hasta taklidi yaptığını” söyleyenler ölümü karşısında günaha girdiklerini fark edip hicap duymuşlar mıdır?
* * *
Tek başına bir toplumun kaderini değiştiren insanlar vardır; Türkan Saylan, onların başında anılacaktır.
Onunla ilk görüşmemiz, 15 yıl önceydi. “Sarı Zeybek”e Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin verdiği ödülü onun elinden almıştım.
Son görüşmemizde “Kardelenler” için bir kampanya filmi planlıyorduk birlikte... Ve o yine, hepimizi hayranlığa sürükleyen bir enerjiyle, Anadolu’daki kızların durumunu anlatıyordu.
“Anadolu’yu küçücük katkılarla değiştirmek mümkün” diyordu.
“Bir kızın özgürlüğünün bedeli 200 YTL” idi.
Bulabildiği her kuruş, onun için kurtarılmış kızlar demekti.
* * *
Hasta halinde evinin basılması ve derneğinin yöneticilerinin, arşivinin götürülmesi, Ergenekon’un dönüm noktası oldu; soruşturmanın zihni arka planını ortaya koydu.
“Çağdaş Yaşam”, cami duvarıydı soruşturmanın...
Saylan’a dokunulmasını kimse onaylamadı; birkaç vicdansız hariç... Onlar da bir süre insafsızlıklarıyla hatırlanacak, sonra unutulup gideceklerdir.
Radyoaktiviteyi keşfeden, iki Nobelli Marie Curie, 1911’de Fransız Bilimler Akademisi’ne üyelik için davet edildiğinde bir gazete “O Fransız değil, Yahudidir” diye yazmıştı. Yayın etkili olmuş, Madam Curie Akademi’ye alınmamıştı.
Ne oldu?
Fransız Bilimler Akademisi’ne ilk kadın üye, ancak 68 yıl sonra, 1979’da seçilebildi.
Yalan kampanya yürüten gazete, halen tarihin çöplüğünde serili...
“Madam Curie” adı ise tarihi ışıtıyor. Türkan Saylan için de öyle olacak.
Adı, imdadına yetiştiği kızların yüreğinde ve hayatını adadığı ülkenin vicdanında yaşayacak.
Ruhu ise, ancak cehalete karşı açtığı savaş sonuçlandığında huzura kavuşacak.

Can Dündar

11 Mayıs 2009 Pazartesi

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi

cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz

demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
allahına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum kasımpaşa'daydım
hiç biriniz orada yoktunuz

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben vursam kendimi vuracaktım



Attila İlhan

28 Nisan 2009 Salı

Bulutlar Adam Öldürmesin

Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
     Bulutlar adam öldürmesin.

Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
     Bulutlar adam öldürmesin.

Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
     Bulutlar adam öldürmesin.

İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.
     Bulutlar adam öldürmesin.


Nazım Hikmet Ran

21 Nisan 2009 Salı

...Öyle yıkma kendini,
   Öyle mahzun, öyle garip...
   Nerede olursan ol,
   İçerde, dışarda, derste, sırada,
   Yürü üstüne - üstüne,
   Tükür yüzüne celladın,
   Fırsatçının, fesatçının, hayının...
   Dayan kitap ile
   Dayan iş ile.
   Tırnak ile, diş ile,
   Umut ile, sevda ile, düş ile
   Dayan rüsva etme beni.

   Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
   Namuslu, genç ellerinle.
   Kızlarım,
   Oğullarım var gelecekte,
   Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
   Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
   Gözlerinden,
   Gözlerinden öperim,
   Bir umudum sende,
   Anlıyor musun ?...


Ahmed Arif

6 Nisan 2009 Pazartesi

Don't come to me with forevers
I love you more with each new day
But there is nothing everlasting
And Death blows promises away

Don't tell me I don't have no secrets
There's still a place I wanta be
There's still a path I haven't wandered
But I'm afraid of where it leads

Let me hold your hands
Your arms, your sides
The small of your back
Your shoulders and
Your wrists, your thighs
Your ankles and I'll
Find my way inside
You say I don't deserve emotions
That my devotion isn't true
You say I gotta find my place
Well my place is inside of you

So don't be hasty in your judgment
Don't pull the bag over my head
For there are many here who hunger
And there are many who despair

Lay down your arms
Your hair, your gown
The scroll of your spine
Hand me your head
Your waist, your breath
Your nipples and I'll
Find my way inside



*Flowers From The Man Who Shot Your Cousin

1 Nisan 2009 Çarşamba

Üvercinka

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalsa seninle yatmak günah daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Bir çok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajı'nda akşam üstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil


Cemal Süreya

Kısa Türkiye Tarihi

I

Şelaleye
Düşmüştür
Zeytinin dalı;
Celaliyim
Celalisin
Celali.


II

Üç anayasa
ortasında büyüdün:

Biri akasya
Biri gül
Biri zakkum.


III

Türkiye'nin adı,
Soyadı yasasından beri
Atatürk adından
Soyutlanamadı:

1930'lu yıllarda
Etitürkiye;

1940'lı yıllarda
Atetürkiye;

1950'li yıllarda
Uditürkiye;

1960'lı yıllarda
Ötetürkiye;

1970'li yıllarda
Atatürkiye;

1980'li yıllarda
Aditürkiye;

Mavi yolculuklar var bir de
O yunani o güzel yolculuklarda,
Hemen her zaman:
Adatürkiye.


IV

O yıllarda ülkemizde
Ceşitli hükümetlerle
Yetmiş iki dilden
İkisi yasaklanmıştı:

İkincisi Türkçe.


V

Kahvede subay yok,
Bu nasıl iştir.

Cemal Süreya

9 Mart 2009 Pazartesi


Türkiye ziyaretini izlediğim ilk Amerikan Dışişleri Bakanı Alexandre Haig’di. 1981 sonunda gelmişti.
Türkiye yangın yeri gibiydi.
Arkadaşlarımız içerde, işkencedeydi. Siyaset, sendikalar, basın tamamen susturulmuştu. Rejimin ipleri Washington’un elindeydi.
Gazeteciler, Haig’in ağzından “insan haklarına da biraz özen gösterin” türü bir cümle alabilmek için çırpınıyordu. Ama bu çabalar, “stratejik ortaklık bağı”nın duvarına çarpıyordu:
Sonradan ABD’nin o ortaklığa halel gelmesin diye nasıl NATO bünyesinde kontrgerilla teşkilatı kurduğunu, güvenlikçilere nasıl işkence kursları verdiğini, nasıl 1 Mayıs 1977 türü provokasyonlara imza attığını öğrenecektik.
* * *
Şimdi şu hale bakın:
Aradan 28 sene geçmiş.
Son gelen Amerikan Dışişleri Bakanı, Türkiye Başbakanı’nın eline bir “İnsan Hakları Raporu” tutuşturuyor.
İçinde ne ararsanız var: Basına baskılar, gözaltında kayıplar, işkence uygulamaları, yolsuzluklar...
Hele raporun “1 Mayıs bölümü”nü okuyunca aklım başımdan gitti:
“Kimliği meçhul kişilerin kalabalığın üzerine açtığı ateş sonucu 30’u aşkın göstericinin öldürüldüğü kanlı işçi bayramının yıldönümünde Taksim’e çıkan işçilere polis aşırı güç kullandı” diyordu rapor...
Kimlerdi acaba 31 yıl önce “Kahrolsun ABD emperyalizmi” diye yürüyen işçilerin üzerine ateş açan o “kimliği meçhul kişiler”?
O silahları nereden bulmuşlardı?
Nasıl öyle kolayca ortadan kaybolmuşlardı?
* * *
Devir değişiyor:
30 yıl önce “Katil ABD” diye yürürken katledilen işçilerin hakkını, bugün ABD Dışişleri Bakanlığı savunuyor.
Türkiye’de Gladio’yu kuran imparatorluk, şimdi yazdığı raporda “Ergenekon çetesi”nden söz ediyor.
Vereceği röportajda hangi soruların sorulup hangilerinin sorulamayacağına bizzat müdahale eden Amerikalı Bakan, Türkiye’ye basın özgürlüğü dersi ve “eleştiriye tahammül” mesajı veriyor.
Irak’ta aylardır insanlık tarihinin en büyük insan hakları suçlarını dünyanın gözü önünde işleyen ülke, Türkiye’nin insan hakları sicil amiri rolüne soyunuyor.
Ve Türkiye, “Acaba bize yine ılımlı İslam ülkesi” diyecek mi; “Nisanda ‘soykırım’dan söz edecek mi” diye, büyük müttefikinin ağzının içine bakıyor.
* * *
“Siz desteklemeseniz o darbeler olmaz, o işkenceler yapılmaz, bu hükümetler kurulmaz, basın özgürlüğü böyle ayaklar altında olmaz” diyemiyoruz.
“İnsan haklarını bir de Irak’ta 15 yaşında ırzına geçip öldürdüğünüz çocukların ailelerine sorun” demiyoruz.
Çünkü kendimizi içerde yalnız ve savunmasız hissediyoruz.
Sam Amca nihayet hakkımıza, hürriyetimize sahip çıkıyor diye mutlu oluyoruz.
Hillary Yenge AB reform paketini sordu diye seviniyoruz.
Tutuklu Ergenekoncu “Valla Amerikancıyım” diyerek tahliye oluyor.
Sıkıştırılan medya, hükümete yapılacak dış baskıdan medet umuyor.
İşçiler, 30 yıl önce “Kahrolsun Amerika” diye yürürken üzerlerine kurşun yağdırılan meydanda, “Yaşasın Obama” pankartıyla yürümeye hazırlanıyor gelecek 1 Mayıs’ta...
Acınacak halimize gülüyoruz.



Can Dündar

27 Şubat 2009 Cuma

Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Şarabın yanısıra felekte bir Cumartesi
Gözlerin, onun ardından yüzün, dudakların
Sonra her şey çıkıp geldi

Yeni çizilmiş gözlerinle namuslu, gerçek
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne koydum kuralları
Her şey işte böyle oldu önce


Cemal Süreya

29 Ocak 2009 Perşembe

I hurt myself today
to see if I still feel
I focus on the pain
the only thing that's real
the needle tears a hole
the old familiar sting
try to kill it all away
but I remember everything
what have I become?
my sweetest friend
everyone I know
goes away in the end
and you could have it all
my empire of dirt

I will let you down
I will make you hurt

I wear this crown of thorns
upon my liar's chair
full of broken thoughts
I cannot repair
beneath the stains of time
the feelings disappear
you are someone else
I am still right here


Johnny Cash

28 Ocak 2009 Çarşamba

“the man who has begun to live more seriously within begins to live more simply without.”



Ernest Hemingway

25 Ocak 2009 Pazar

bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!

ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!

bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kâbuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!

bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık



Küçük İskender

13 Ocak 2009 Salı

Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev.
Her dağ yamacına kurduğum,
Beliren her su kenarında,
Pembe damlı, yeşil pancurlu, balkonlu,
Balkonuna tırmanan sarmaşık.
Gece, pencerelerinden sızacak ışık,
Kışın tütecek bacası.

Kapıyı ittiğinde çalacak bir çıngırak.
-Duyuyorum o sesi şimdiden, berrak-
Geçecegim yol, çıkacağım üç basamak,
Ellerinden sıyırıp atacağım eldiven,
Her halin, gülüşün, kokun, bütün ruhunla sen!
Ah, bütün bir ömür bırakmayacağım el,
Okşayacağım saç, dinleyeceğim ses,
Bakmakla doymayacağım yüz...
Açık pancurlardan o gün dolacak gündüz,
O günkü hava,
Bir kapıyı açman, dolaşman sofada.
Şaşıracağım: Böyle gezinen kim?
-Evim! Evim!.. Ellerimle asacağım
Camlarına perdelerini.
Yatak odasında düsüneceğiz bir an
İki kişilik karyolanın yerini...
Yatak odamız, yemek odaşi, kiler
Raflarında ellerinle yapılmış reçeller.
Karşı karşıya oturacağımız sofra,
Sürahide ışıldayan su,
Yazın, rüzgâra koyacağımız testi;
Senin yatacağın öğle uykusu...
Sararacak bir yandan çardaktaki üzümler,
Kâh esecek rüzgâr, kâh dinleyeceğiz yağmuru,
Kâh karlarla bembeyaz kesilecek çimenler.
Hep geçireceğiz içimizden:
Hayat beraber, ölüm beraber...
Şu göklerin altında,
Olacağız o kadar bahtiyar



Ziya Osman Saba

8 Ocak 2009 Perşembe

Mutluluk, benim için artık doğuştan Allah’ın bana bağışladığı ve bir hak gibi, mesele etmeden benimsediğim bir şey olmaktan çıkmış; talihli, akıllı ve dikkatli insanların çalışarak elde edip koruyabildikleri bir nimete dönüşmüştü.


Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk

28 Aralık 2008 Pazar

itip beni
balıma dadanan bu çağı sevmedim



Gülten Akın

20 Aralık 2008 Cumartesi

Yazmayalı uzun zaman olmuş. Oysa en büyük sığınağımdı bir zamanlar, sıkıldıkça, sevindikçe, ağladıkça, güldükçe, kalabalıktan kaçıp, bir köşeye saklanıp uzun uzun yazmak... Terkeder oldum herşeyi hızla... Yerine yenileri geliyor, hoş da; biri diğerinin yerini alırken durup düşünmeye vakit olmuyor pek. Sanki hakem "üç" deyince koşmaya başlıyorsun, manzaralı bir yol kimi zaman koştuğun yol, ama hızlı koşmaya o kadar çok odaklanmışsın ki; manzaraya bakamıyorsun, baksan da görebildiğin o eski manzara olmuyor... "Görmek" bunu kesinlikle yitirmek istemezsiniz...


Eskiden daha kolaydı herşey, cennet bir köşedeyse, cehennem diğer köşedeydi. Yapman gereken tek şey: "seçmek" di... Şimdi herşey o kadar karıştı ki; ayıklamak zorundayız... İlk görüşte sizi büyüleyen mekanların, kısa zamanda cehenneme dönüşebileceğini biliyorum artık...


Ama yinede daha güzel bir şey biliyorum ki; cennet benim kontrolüm dışında, istediği zaman hayatıma girip çıkan bir şey değil. Burada! Benim avucumda!..


Tıpkı diğer avucumdaki cehennem gibi...

17 Aralık 2008 Çarşamba

Ağıtla başlarız yaşamaya
Konuşmadan önce sövmeyi biliriz
Yarısı alkışsa sözlüğümüzün
Gerisi ilenç
Bizim kadar çabuk hangi desti dolar
Akar hangi böğet
En gergin tel biziz
Amma
Kaç Eyüp şaşkına döner sabrımızdan
Dağları tutmuşuz boylarımızla
Ayakta bir halkız
Kentlerde simgemiz kondularımız
Bin duran uygarlık eskittik
"Göçtür göç" ü vuran davulumuz
Eskimemiştir.


Kente son kapıdan giriyoruz
Hava dingin değil, bastırılmış
Dul bir kadın sessizliğinde
Kavgadan iz yok
Düşman bildiğimiz düşman değil
Aman bu nasıl barış
Barışın böylesi görülmemiş
El işte, ağız yoklukta dalaşta
Kim açmış bunca okulu
Kim basmış bunca kitabı
Herkes ama herkes
Gözleriyle tükürmesini öğrenmiş

Kurtuluştan önce sardırın yokuşa
Bir yanınız Bülbülderesi
Altınız Bağlar Caddesi
Sürün, dizleriniz iyice kesilsin
Aman dediğiniz yerde düze vardınız
Sağda sıra sıra apartmanlar
Solda, İncesu'yla Esat arası
Derede tepede kondularımız
Çorum'dan, Sivas'tan, Kastamonu'dan
Yozgat'tan, Ankara dolaylarından
Öteki kentlerden köylerden
Bir bir, sonraları onar on beşer
Geldik
Geldik Seyranı kurduk.


Toprağa bağlıyız
Toprağa bağlıydık ama değildik onun kölesi
Efendisi de değildik.
Bitmeyen bir pazar kurduk
"Yazın başı pişenin
Kışın aşı pişer" diyerek
Aldık-verdik, alışverişe oturduk
Denge bozuluncaya dek
Ve denge bozuldu bir gün
Çekirgeyi hayladılar yazıya
Ot kalmadı koyununan kuzuya
Şeytan dakneşti işimize
Veriyoruz yine azalsa da
Alıyoruz yine
Ama bizde bir şeyler çoğalıyor
Dipsiz kuyulara dönüyoruz, masal devlerine
Ne versen aç, ne giydirsen çıplak


Öğütüyor değirmenlerimiz: Gerek gerek gerek
Motor gerek okul gerek su gerek
Radyo gerek asfalt gerek cam gerek
Beylerimiz kadar güç gerek
Ne bir eğsik, ne bir artık
Tabancalar alıyoruz
Kimin için? Bunu bilmediğimizden
Birbirimizi vuruyoruz
Damlara düşüyor, damlardan çıkıyor
Askere gidiyor, dönüyoruz
Gurbete gidiyor dönüyoruz
Gurbete gidiyor dönüyoruz
Gurbete gidiyor dönüyoruz
Sonra dönmüyoruz bir gün
Kondularımızı kuruyoruz.



Gülten Akın